2009 yılında başlayan mangasından sonra 2013’de gösterime giren animesiyle de ününe ün katan Attack On Titan, 10 yıllık serüveninin ardından ekranlarımızda son kez yer edinerek final yaptı.
4 Kasım tarihinde çıkan Attack On Titan: The Final Chapters Special 2 bölümüyle son bulan Hajima Isayama‘nın eseri, popülerliğinin getirisi olarak ulaştığı kitleler üzerinde birçok etki bıraktı. Dolayısıyla bu içeriğimizde Attack On Titan animesini odağımızdan çok çıkarmayacak şekilde yapacağımız detaylı bir değerlendirmeyle karşınızdayız. Dilerseniz alt başlıklar eşliğinde yavaştan yazımıza geçelim.
Attack on Titan Değerlendirmesi:
Giriş ve Spoiler Uyarısı
Şunu baştan belirtmekte fayda var ki bu yazıda, Attack On Titan’ın final yapmış versiyonu dahil tüm senaryo detaylarını ele alarak derinlemesine konuşmaya çalışacağız. Yani bu yazıda parça parça bölümlere ayrılmış spoiler uyarıları eşliğinde metinler yerine, yer yer bahsi geçecek şekilde anlık spoilerlar görme ihtimaliniz var. Buradan sonrasını okumak istiyorsanız eğer animesinin tamamını izleyerek gelmenizi tavsiye ederiz.
1. İlk Üç Sezon Değerlendirme
Attack On Titan’ın ilk üç sezonu, final sezonundan farklı olarak Vinland Saga ve Spy X Family gibi yapımların geliştiriciliğini üstlenen Wit Studio tarafından hazırlandı. Sonrasında ise Mappa‘ya devredildi. İki stüdyonun olayları ve hikâye akışını ele alış biçimleri farklı olduğundan ilk üç sezonu ayrı, final sezonunu ayrı şekilde değerlendireceğiz.
a. Senaryo
Köklü seri, Dünya’nın kendilerinden oldukça üstün ve büyük devlerle kaplı olduğu inancıyla; Maria, Rose ve Sina adında üç adet surun ardında hüküm süren Paradis Adası halkının yaşadıkları üzerine kurgulanan bir hikaye temeliyle başlıyor.
Günün birindeyse en dış sur olan Maria’nın, Devasa Dev ve Zırhlı Dev isimli devler tarafından yıkılmasının ardından, birtakım olaylar silsilesi cereyan ediyor. Ana karakterimiz Eren’in hem evinin yıkılmasına hem de annesinin bir dev tarafından canlı canlı yenilmesine çocuk haliyle şahit olmasıyla, hikayenin ilk kırılma noktası henüz ilk bölümden gerçekleşmiş oluyor.
Eren’in arkadaşları Mikasa ve Armin ile birlikte “devlerden intikam” amacıyla çıktığı bu yeminli yolculuk, asker olma yolunda attığı adımlarla iyice pekişiyor ve olaylar da aynı hızda gelişiyor. Bu noktada belirtmek gerek ki hikayedeki soru işaretleri, surlar içi hiyerarşi ve o hiyerarşi ile yoğurulmuş askeri komutanın tasviri göz ardı edilmiyor. Başta bunlar olmak üzere insanoğlunun surların dışına karşı edindiği tavır az ve öz anlatımlarla desteklenmiş. Bu da pozitif olarak haneye yazılabilecek bir durum.
Eren Jeager ve çevresinin acemi askerlik eğitimi sonlanıncaya kadar olan süreç, Attack On Titan mangasında neredeyse hiç yer etmeyen çoğu detay güzelce işlenmiş. Gerek çömez gerek toy birçok asker adayının kendi aralarında geliştirdiği ilişkiler, farklı ve ilginç özellikleriyle dikkat çeken karakterlerle desteklenerek iyi bir şekilde anlatılmış. Fakat bu karakter odaklı hikaye gelişiminin olumsuz yönleri, Eren’in dev güçlerini kazanması sonrası kaç kovala anlarıyla dolu bir nevi kısır döngüye girecek olan hikaye zinciri sonucunda kendini ele veriyor.
Attack On Titan’ın insanların birbirlerini yiyerek deve dönüşmesi fikri yaratıcı ve iyi düşünülmüş olsa da potansiyeline ulaşması vakit alıyor. Eren’in babasını yiyerek miras aldığı devin gücünün ağırlığı ilk iki sezonda neredeyse hiç hissedilmiyor desek yeridir. Eren’in güzel, heyecanlı replikler ve gaza getiren müzikler eşliğinde başlayan bu yolculuğu, üçüncü sezonun yarısına kadar çoğu zaman duvara toslaması ve başkaları tarafından kurtarılmasını beklemesi üzerinden ilerliyor. Bu durum alışkın olduğumuz Japon dramasının ürünü olarak gözükmesinin yanı sıra; hikayenin çabuk ilerlemesi gereken durumlarda ağır, yavaş ilerlemesi gereken yerlerde ise detaylandırılmadan üstünkörü geçilmesine sebep olmuş.
İnsanların devlere dönüşebileceği bilgisinin edinilmesinin ardından iki suru da yıkan kişilerin aslında insan kontrolündeki devler olduğu açığa çıkınca gelişen senaryo, kafamızdaki soru işaretleriyle bir şekil ilerliyor. Aslında her şey önümüzde açık açık gelişirken, biz izleyicinin kafasındaki bulanıklığın artması, son ana kadar “acaba sonu nereye varacak” heyecanının yaşanması, animenin senaryo işçiliği açısından yaptığı en iyi iş diyebiliriz.
Gizem konusundan başlamışken, Bertold ve Reiner karakterlerinin kimliklerini açığa çıkardıkları kısım üzerine konuşmak gerektiğini de düşünüyorum. Attack On Titan evreni üzerinde en kritik rollerde yer almış kişilerden sayılabilecek olan bu ikilinin, kendilerini açığa vurma şekli hiç beklediğim gibi değildi diyebilirim. Her ne kadar şaşırtıcı bir etkiye sebep olsa da beklediğim açığa çıkma şeklinin vuruculuğundan yoksun bir sahneydi kendilerini dışa vurdukları an.
Reiner’ın iyi işlendiğini düşündüğüm çift taraflı karakterizasyonu bahane edilerek hazırlanan bu sahnenin kabul edilmesi birazcık zor. Bir anda Eren’e kendilerinin dev olduğunu söylemeleriyle birlikte yaşananlar ilk başta espri gibi geliyordu. İşlerin aniden ciddileşmesi sonrası ise ekrana bir süre bakıp “bu gerçekten oldu mu?” gibisinden bir düşünceyle baş başa kalmıştım. Alevler, kılıçlar, yumruklar havada uçuşurken bile olayın ciddiliğini ve gerçekleşiyor olmasını kavramak zaman almıştı.
Güneş ışığı bile görmeyen, fakir ve kimsesiz insanların yaşam alanı olan yeraltı şehrinin Levi’ın OVA bölümleri haricinde ana olay örgüsüne dahil edilmemesiyse yazık olmuş. Devlerden sıra gelmemiş olsa da üzerine biraz daha düşülmüş olsa, gerek zengin çete liderleri gerekse baronlar ve mafya gibi oluşumların piş işlerini nasıl işlediği şeklinde detaylar, potansiyeline ulaşmış bir konsepte çevirebilirmiş yeraltı şehrini.
Gerçek dünyayı aratmayacak cinste yozlaşmış siyasiler, çıkarcı subaylar, hor görülen halk… Tüm o dış dünyadaki dev tehdidine rağmen birlik olamayan, birbirini öldürmekten geri durmayarak mal peşinde koşan insanoğlu ve yozlaşmış düşünce tarzları güzel işlenen konulardandı diyebilirim. Nihayetinde ise Wit Studio tarafında maalesef içerdiği önemi dışa bence tam olarak vuramasa da Eren, Erwin gibi merakına yenik düşüp bir şeyleri açığa çıkarmak isteyen kimselerin çatışması da es geçilmemiş. Mevcut hükümetin belirlediği sınırlar dahilinde bir şeylerin değişemeyeceğini anlayıp ona göre tavır alan içten içe hayata öfkeli tiplerin olay örgüsüne yedirilmeleri de genel manada iyi bir iş ortaya konmasını sağlamış.
Metinde çok yakınıyor gibi gözüksem de bahsettiğim eksiklikler, animeyi izlerken üzerine ekstra düşünmediğiniz sürece göze çarpmayacak detaylar. Genel hatlarıyla intikam hırsıyla başlayan yolculuğun, üçüncü sezonun sonundan itibaren gizem perdesini aralaması sonucunda spesifik bir açıdan küresel bir hikayeye evrilmesi çok iyiydi. Özellikle geldiğiniz noktadan geriye bakınca büyük resmi görebilmemiz, bize çaktırılmadan anlatılan senaryo, önümüzdeki ürünün ne kadar özenli ve düzenli olduğunu bir kez daha bize gösteriyor.
“İnsan bilmediği şeyden korkar.” sözünün ekrana yansımasının çok başarılı yapıldığı üçüncü sezon ise Wit Studio’nun elinden çıkan iş arasından favori sezonum oldu. Gerek insanların 3DM manevra teçhizatları sayesinde birbiriyle dövüştüğü akıcı sahneler, gerek Rose surunu geri alırken ki yaşanan çatışmalar ve gerekse Kurucu Dev mantığınının az ve öz bir şekilde açıklanması olsun bence çok başarılı bir işti.
b. Karakterler
Attack On Titan’da karakterler konusunda oldukça cömert davranan Isayama, koca karakter havuzu içerisinde oldukça da çeşitli bir iş ortaya koymuş. Oburundan zekisine, iyi kalplisinden ruhsuzuna, korkağından kıskancına birçok karakter yer alıyor seride. Bu çeşitlilik tabi ki iyi bir şey olsa da üzerine odaklanılan her karakter iyi mi yansıtılmış? Buna maalesef evet diyemeyeceğim.
Ana karakterimiz Eren, hikayede edindiği pozisyon sebebiyle çevresindeki kişileri de ister istemez önemli bir klasmana sokuyor. Eren, seride genel olarak Armin ve Mikasa ile birlikte bulunduğu üçlü arkadaş grubu içerisinde fazlaca öne çıkıyor.
Hırslı ve içten içe öfkeli ana karakterimiz Eren, bu grup içerisinde yeterince güzel işlenmiş. Armin ise olayların koptuğu anlarda bile duygusallığını bir kenara bırakamaması şahsi olarak gereksiz gördüğüm bazı anlara sebep olmuş. Fakat gerek orijinal düşünce tarzı gerek de çocuksu merakıyla iyi bir karakter olmuş.
Mikasa ise bu grubun hatta belki de serinin en zayıf karakterlerinden biriydi diyebilirim kendi adıma. Serinin başından sonuna kadar Eren ile olan ilişkisi temel alınarak final yapan Attack On Titan’da hikayenin merkezine doğru evriliyor Mikasa. Fakat gerek hikayedeki öneminin karakterine yansıtılamaması, gerek de Eren’in koruması gibi görev görmesinden dolayı fazlasıyla potansiyeli harcanan bir karakter olmuş Mikasa.
Hazır olumsuz yönlerden girmişken, bir diğer beğenmediğim Historia karakterinden bahsetmekte fayda var. Paradis adasının asıl sahibi olan Reiss ailesinin son iki üyesinden biri olan Historia, ikinci sezonun başlamasının ardından perdede daha sık görünüyor. Bir türlü anlam veremediğim garip iyi huyluluğuyla birlikte ekran süresi üçüncü sezonun ilk yarısına kadar ciddi şekilde artıyor ve olayların baş etmeni konumuna geliyor. Fakat gerek “iyilik meleği” imajından dolayı gerek de karakter altyapısının temelinin sağlam atılmamasından dolayı çok empati kuramadığım bir hâle bürünüyor Historia. Daha sonra gelişen olaylardan sonra ise kraliçe karakterinin barındırdığı ağırlığa rağmen ekranda yer alma süresi ciddi sürede azalıyor. Yaşanan onca şeyi ise, ekran süresindeki azalmadan sonra neden yaşandı acaba diye de biraz sorgulamama neden oldu.
İlk üç sezonda, aklıma gelen olumsuz tiplemeler olan Historia ve Mikasa karakterleri haricinde diğer karakterlerin neredeyse hepsi bir yere kadar iyi anlatılan ve arka planı doldurulan kişilerden oluşuyor. Bu sayede barındırdığı çeşitliliğin hakkını veriyor diyebiliriz Attack On Titan animesi için.
Wit Studios, Eren’in bazen hissettirdiği eksiklikleri saymazsak dokuz dev gücüne sahip karakterleri iyi işlemiş. Başta Reiner’ın çifte kişilik bozukluğu olmak üzere Annie, Ymir, Bertold karakterleri de içinde bulundukları tezat durum karşısında sahip oldukları zaaflar, ve bunlara karşı gösterdikleri doğal reaksiyonlarıyla gayet iyi bir şekilde öne çıkıyorlar.
Şeytani unsurları kendini şeytanlaştırarak yok etmeye çalışan ve bunu da bir yere kadar yapabilen Erwin karakteri, ilk üç sezonda favori karakterimdi diyebilirim. Çoğu toy karakterin arasında iyi bir şekilde öne çıkması, ciddiliği ve doğru anda doğru yerde olmasıyla kendini animede göstermeyi başarmış. Devlere tutkusuyla arada tebessüm ettirebilen Hange, çok yoğun bir karakter olmamasına rağmen 3DM teçhizatıyla ortaya çıkardığı sahnelerle tam anlamıyla beni ekrana kilitleyen Levi, ağzına ne gelirse söyleyen Jean da aklıma ilk gelen kendimce iyi bulduğum karakterlerdi diyebilirim.
Attack On Titan, içerdiği karakterleri mükemmel olmasa da bazı istisnalar haricinde iyi yansıtan bir yapım. Isayama, bu konuda iyi bir kalem olduğunu bir kez daha göstermiş. Animeyi izlerken gerek seslendirmelerin oturaklılığı gerek de mimiklerin iyi yansıtılması, karakterleri içselleştirmemize ekstra bir olanak sağlamış.
2. Final Sezon Değerlendirme
a.Stüdyo Değişikliği
Wit Studios tarafından geliştirilen üç sezonun ardından yapımcı stüdyo, final sezonun geliştirme maaliyetinin, bütçelerinin çok çok üstünde olduğu gerekçesiyle Attack On Titan animesinin işletmesini Mappa’ya devretti. Wit Studios, bölüm başına yaklaşık 150.00$ dolar harcarken final sezon için Mappa, bölüm başına yaklaşık 350.000$ dolar harcadığını belirtmişti. Gerek senaryonun vardığı yer, gerek yaşanan olayların bolca aksiyon sahnesi ve CGI gerektirmesi sebebiyle stüdyo değişikliğinin nedenini anlayabiliyoruz. Peki bu kritik değişiklik, Attack On Titan’ı nasıl etkilemiş? Dilerseniz yer alan farklılıklardan kısaca bahsedelim.
Yeni sezonda göze çarpan ilk detay, görsel tarz oluyor tabi ki. Olgunlaşmış karakterler ve nispeten daha ciddi, iç karartıcı bir ortamın oluşması sebebiyle renk yoğunluğu az ve kasvetli bir atmosferle karşılıyor bizi Attack On Titan. Üstesinden de oldukça iyi kalkmışlar diyebilirim. Wit tarafındaki o canlı renk paleti ve nispeten çocuksu suratlara sahip olan karakterler bu hikaye ortamına tam uymazdı tahminimce. Karakterler de yeni tarz modelleriyle hiç sırıtmıyor aksine acemiliklerinin üzerinden belli bir süre geçtiğini belli eden yüzlerindeki olgun ve huzursuz ifade güzel duruyor.
Wit Studios’un üçüncü sezonda Devasa Dev için kullandığı göz kanatan CGI ve yerine göre plastik gibi hissettiren çevre ile eşya modellemeleri de düzelmiş. Önceden dinamik bir bakış açısıyla görselleştirilen 3DM teçhizatı sekansları da çoğu zaman dışarıdan sabit bir bakış açısıyla izlenir hale gelmiş. Projeyi ortasından ve yeni ele almalarından dolayı olsa gerek bu sahneler ilk başlarda o teçhizatın ağırlığını vermekten uzak olsa da son bölümlere doğru işi kotaran stüdyo, dinamik sekansların artmasıyla birlikte eski sezonları aratmayacak derecede bir iş ortaya çıkarmış.
b.Senaryo
Attack On Titan’ın final sezonuyla beraber bölgesellikten çıkan hikaye, küresel bir boyuta varıyor. Sezonun ilk başlarında İkinci Dünya Savaşı’ndaki Yahudi-Nazi ikilemine çok benzer bir şekilde tasvir edilen Marley-Eldia ırkları arası ilişkinin anlatılmasıyla birlikte, neyin neden yaşandığını iyice anlıyoruz.
Eren ve Keşif Birliği’nin Marley topraklarına yaptığı baskın, CGI olmasına rağmen iyi gözüken dev dövüşleri sezona güzel bir başlangıç yapmada önayak olmuş. Hemen ardından Paradis’de gerçekleşen iç karışıklıklar, Eren taraftarı Jeager fanatiklerinin yaptıkları, bize doğru olsun ya da olmasın bir ideoloji tutkusu ya da bağımlılığının abartıya kaçması hâlinde sebep olabileceği olumsuzlukları çok yönlü bir şekilde göstermiş.
Sonrası ise malumunuz Eren’in Kurucu Dev ile oluşturduğu dev ordusunun getirdiği yıkımdan ibaret. Rumbling (gümbürtü diye çevriliyor olsa gerek) ile birlikte güzel işlenen yıkımın ardından artık tamamen olay bazlı gideceğimizi düşünsekte yapımcının kararının farklı olduğu bilincine varıyoruz. Connie’nin annesini canlandırmak istemesi ve Gabi denen kızın garip bir şekilde fazlaca ekran süresine sahip dramaları sezonun en gereksiz olaylarıydı diyebilirim. Sanki dışarıda tüm herkesi ezip geçen bir dev ordusu yokmuşçasına gerçekleşen bu anlar, hem olayların sakız gibi uzamasına hem de kopukluk oluşmasına yol açmış. Genel anlamda bu iki durum haricinde final sezondan pek bir şikayetim yok diyebilirim.
Zeke’in ötenazi planı ve Eren ile zıt düşmesi, kurucu Ymir’in 2000 yıl öncesinde insanlığa nasıl dev gücünü kazandırdığı, Rumbling’in etkisiyle çığlık çığlığa ezilen halk… Girişi yapılmış bir senaryo için gelişme ve sonuç kısmı çok iyi hazırlanmış Attack On Titan’ın.
c.Karakterler
İlk üç sezondan farklı olarak bu sezonda, olgunlaşan genç Eldia askerleri, özgürlüğün kölesi olmuş Eren, ikinci sınıf vatandaş muamelesi gören Eldia halkı, yirmi asırlık öfkelerini kin kusarak bastıran Marley halkı…. Attack On Titan, final sezonuyla beraber duygu yoğunluğunu senaryosu ve karakterleriyle birlikte iyice arttıran bir yapıya bürünerek güzel bir hâl almış.
Bu sezonda; neyin iyi neyin kötü olduğunu kafasında bitirmiş ve savaşın yıkıcılığını birinci elden görmüş Floch karakterini, bağlı olduğu idealler uğruna gözünü karartan duygusuz Eren tasvirini ve son olarak geçmişinin yüküne dayanamayan intihara meyilli Reiner karakterini çok beğendiğimi söyleyebilirim.
Connie, Gabi ve Falco karakterleri de değişik bakış açılarını anlatmak için teoride güzel bir fikir olarak Attack On Titan’da yer ediyor. Fakat tüm olay zincirinin koptuğu anlarda bizi tempoyu ciddi derecede düşüren dramalara sürüklemeleri, pratikte iyi olan formülün yanlış uygulanması sonucu biraz göze batıyor.
Bahsettiğim şeyler haricinde olumlu ve olumsuz karakter tasvirleri, genel hatlarıyla bir değişikliğe uğramadan ilk üç sezondaki şekliyle tekrar ekrana taşınmış diyebilirim.
d.Sonuç
Attack on Titan Final Season THE FINAL CHAPTERS Special 2’nin üç gün önce yayınlanmasıyla birlikte, Mikasa karakterinin altı doldurulamayan öne çıkma fikri dışında şahsi olarak beğendiğim manga finalini olduğu gibi anlatması sayesinde oldukça keyifli ve sona yakışır bir iş ortaya çıkmış.
Attack On Titan, belki de bir daha benzeri bir animede göremeyeceğimiz prodüksiyon ve anlatı kalitesi, harika müzik ve soundtrackleri, heyecanlı aksiyon sahneleri, kısa ve öz tutulan olay örgüsü, senaryo anlamında orijinal dokunuşları gibi özellikleri sayesinde kesinlikle hafızalarda yer edecek çok iyi bir iş olarak finalini yaptı. Gerek benim gibi bu sektörle çok içli dışlı olmayanlara, gerek de anime hastası olan insanlara mükemmel bir şekilde hitap eden Attack On Titan, barındırdığı ufak olumsuzluklara rağmen kesinlikle izlemeye değer bir yapım olmayı başararak benden geçer notu aldı.