
Ubisoft, Assassin’s Creed markasını her geçen gün farklı yollara evirmek için planlar yaparken halihazırda çıkmış büyük çaplı yapımlarını da unutmuyor. İki sene önce çıkışını gerçekleştiren Assassin’s Creed Valhalla, geçmiş oyunların benzer formülünü taşısa da kurgulanan dünya ve Nors mitoloji teması bir kez daha kendine hayran bıraktırmıştı. Kimisi için ise yapım, sonrasında çıkan Wrath of the Druids ve Siege of Paris eklentileriyle bile gönül çelici hale gelememişti.
Pekala geçtiğimiz hafta yayınlanan DLC Dawn of Ragnarök, Valhalla’ya yeni bir soluk getirebilir mi?
Dawn of Ragnarök ne anlatıyor?
Öncelikle DLC’ye olan giriş sekansı ile ana oyun bağlantısının oldukça ilginç geldiğini söylemem gerek. Eivor, uykuya daldıktan sonra kendisini rüyasında Allfather veya herkesin bildiği tabir ile Odin olarak görür. Odin yahut oyunda sıkça kullanılan ismi Havi ve eşi Frigg, Svartalfheim’da bulunmaktadır. Kehanetlerde yazıldığı üzere hesaplaşma günü gelmiş, Muspelheim’in lav yaratıkları ile Jotunheim’in buz devleri cüceler diyarı olan Svartalfheim’i istila etmiştir. Güzelim ada, artık doğanın güzelliklerini yaran lav nehirleri veya göz gözü görmeyen kar fırtınaları ile doludur.
Tüm bu hengame içerisinde Havi ve Frigg, saraylardan birine konuşlanmış olan Muspelheim hükümdarı, Surtr’a giderler. Surtr, Havi’nin oğlu Baldr’ı kaçırmış ancak Baldr neredeyse ölümsüz olduğu için ateş devinin elinde bir oyuncaktan ibarettir. Surtr ile oracıkta yapılan bir savaş, Baldr’ı elinden kaçırmasına ve Frigg’in ölümle tanışmasına neden olmuştur. Havi ise adanın mutlak sakinlerini tek bir çatı altında toplamaya çalışarak Surtr’ı alt edebileceği bir yol düşünmeye başlar…
Öncelikle İskandinav mitolojisine az çok hakim olan biri olarak şunu demeliyim ki her oyunun mitolojileri kendisine has bir yorumlama şekli vardır. Özellikle konu bir Assassin’s Creed gibi zaman ve mekanı bükebilen bir oyun olunca mitolojinin resmedilişi, daima farklılık gösterir. Nitekim Dawn of Ragnarök’u God of War ile karşılaştıranlar çok olacak ve daha oyunun açılış sekansında Baldr’ın tasviri beğenilmeyecek yahut farklı gelecektir. Örneğin Havi’nin bazı anlarda şanlı bir Asgard Lordu olarak gözükmesi dışında ebleh bir insan olarak çizilmesi de mutlaka kafaları karıştıracaktır. Dolayısıyla ön bir yorum olarak Valhalla’nın genel olarak takip edilebilen ve yer yer ilgi uyandıran ancak diğer mitolojik temalı yapımlar kadar oyuncuyu saramayan bir hikaye kisvesi yarattığını söylemek çok yanlış olmaz.
Svartalfheim, bir DLC’ye göre oldukça büyük ve dolu kurgulanmış. Bilhassa Assassin’s Creed Valhalla’ya bu DLC ile başlayanlar, önlerine serilen açık dünyaya hayranlık duyacaklardır. Hikayeye bağlı olarak farklı türdeki Muspel isimli lav canavarlarının kol gezdiği ve cücelerin köle olarak çalıştırıldığı kampları veya kaçanların gizlice saklandığı sığınaklar ziyaret edilebiliyor. Elbette bunun dışında harita boyunca denk gelebileceğiniz sürüsüyle harabe, terk edilmiş ev ya da rastgele insanlar görmek de mümkün. Ana oyunda da olduğu üzere Wealth denilen zenginlikleri toplayabilir, özel zırhları keşfe çıkabilir ya da istilalar başlatabilirsiniz.
Muspel’lerin bulunduğu kampları veya stronghold’ları istila edebilir (raid) ve onların Surtr’a göndermek üzere çıkarmaya çalıştığı değerli maden olan silikonu kendinize alabilirsiniz. Silikon, spesifik olarak aksiyon ve kombat alanında bahsedeceğim bir silah için geliştirilebilir bir malzeme olarak öne çıkıyor. Öte yandan Valhalla oyuncularının zaten bildiği demir ve platin gibi madenler de toplanabilen materyallerden sayılabilir. Toplanan materyaller, istiladan sonra az sayıda cücenin birbirlerinden kopuk olarak yaşadığı sığınaklarda demircilere verilerek eşya güçlendirmesi için kullanılabilir. Bunun dışında sığınaklarda tabii ki dövmeci, genel mağaza ve birçok yan görev bulmak da mümkün.
Özellikle oyunda zaten olan gizlilik mekaniğinin bu DLC ile önem kazandığını düşünüyorum. Sözünü ettiğim kamplarda silikon yağmalama amacındayken gizli gitmek, hem hissiyat hem de Muspel’leri öldürmek açısından bayağı kolaylık sağlıyor. Kamplar veya terk edilmiş şehirler gibi mekanlar birçok türde lav canavarı içeriyor. Örneğin Flame-Keeper isimli yaratık öldürdüğünüz önemsiz yaratıkları diriltiyor, Ash-Bringer’lar neredeyse sizin boyunuzun iki katı ve ağır bir balta tutuyor, Muspel’ler ise kalkan ile çoğu saldırınızı engelleyebiliyor. Dolayısıyla bu tür çeşitliliğin yoğun olduğu yerlerde gizliliğe bağlı kalmak avantaj sağlıyor ve hikayeye ısınmanızı kolaylaştırıyor.
Misal keşif sırasında denk geldiğim bir madenci kampında çeşitli şekillerde (çatıdan atlayarak yahut çalıların arasında saklanarak) yaratıkları teker teker öldürdüm ve kendimi sanki bir yan görev yaparmış gibi hissettim. Onun yanında terk edilmiş bir şehre ise tabiri caizse bam güm daldım ve canımı zor kurtardım zira bu tür mekanlarda olan Muspel alarmları, ekstra canavarlar dışında mini bir boss olan Surtr’ın eşi Sinmara’yı da sizle kapıştırıyor. Tabii ki bunun verdiği sonuçları da görmek ve Sinmara’nın büyük lav havuzundan çıktığı anda düştüğüm şaşkınlık oldukça hoştu.
Ubisoft, DLC ile birlikte ana görevleri biraz daha keşif odaklı hale getirmeye çalışmış. Nitekim cücelerin bulunduğu sığınakları bulmanızı isteyen görevde sığınakların yerleri haritada size gösterilmiyor. Görev, size sığınakların (bina olmak zorunda değil, genellikle mağara da olabiliyor) yakınlarında kuş sürüsü olduğunu ve çeşitli işaretler olduğunu söylüyor ve siz de Sleipnir’e binerek yollara düşüyorsunuz. Haritada yer alan hazineler, toplanabilen eşyalar ve birçok materyal siz keşfettikçe haritada gösteriliyor. Ubisoft’un artık gelen eleştiriler üzerine bu şekilde bir karar alması bence mantıklı olmuş çünkü hazır oyun sever mitolojik hikaye ve dokunmalar ile keyif alıyorken onun, en başından beri belli olan yerlere git gel yapması oldukça sıkıcı gözükürdü. Öte yandan oğlunu bulmak için endişeli ve ne yapacağını bilmeyen Havi olarak oradan oraya sürüklenme tasvirimiz de gerçekçiliği arttıran bir unsur olmuş.
Gezileriniz sırasında bulmaca içeren ve içinde kozmetik eşyalar barındıran yerlere gelmeniz oldukça olası. Kim bilir belki bir şehrin yakınlarında yardıma muhtaç bir cüce ya da devriye gezen bir mini boss olabilir. Hikaye süresince tanıtılan mini-bosslar dışında farklı boss’lar da görüyoruz. Elden Ring’i az çok anımsatan bir tabirin yanında Surtr’ın savaşçı eşi Sinmara’nın işgalci güçleri ve onun seçilmiş generalleri adada bulunuyorlar. Özel eşyalar için farklı güçte ve tipte olan bu yaratıkları (Sinmara’s Chosen) ya da Jotun mini bossları (Suttungr’s Outriders) avlayabilirsiniz. Hikaye ilerledikçe önümüze çıkan bir başka boss ise Eysa idi. Eysa, Assassin’s Creed Valhalla’yı ilk kez oynayan ben için oldukça önemliydi ve bu yazının da mihenk taşlarından biri haline geldi.
Surtr’ın kızı Eysa ile olan karşılaşmamda Dwarven baltası ile Eysa’nın hareketlerine adapte olamamış ve silahımı mızraktan yana kullanarak vuruş alanımı arttırmıştım. Oyun başında tek bir silahla Surtr’ı alt edebileceğini zanneden ben, envanterden uygun silah arar duruma gelmiştim. Elbette şunu söylemek de gerekir ki oyunu zaten bitirmiş ve DLC’ye başlamış olan, nezdimde direkt Dawn of Ragnarök’tan başlayan kişiye göre daha avantajlı bir konumda oluyor. Güçlü silahların yanında oyunun mekaniğine ayak uydurmak, benim gibi yeni oyuncular için bir tık zor olabilir.
Assassin’s Creed Valhalla’yı oynamış ve ulaşılabilecek en yüksek seviyeye gelmiş oyun severler, aksiyon şematiğinin çok değişmediğini anlayacaklardır. Elbette yine mızrak, bıçak, iki elli kılıçlar, kalkan gibi birçok farklı silah çeşidi var ve adrenalin ile dolan özel yetenekler mevcut. Oyunun getirdiği bir yenilik ise Havi’nin düşmanlarından özümseyebildiği yeteneklerin varlığı olmuş. Muspel yaratıkları, sizi sırf silahlarıyla alev hasarı vererek kolayca öldürebilir. Bunun yanında zaten boss savaşlarının olduğu yerde yanlışlıkla lav havuzlarına girmeniz de oyuncu için artı bir hasar teşkil ediyor. Hikaye içinde size verilen alet Hugr-Rip ise bu sorunların birer çözümü oluyor. Halihazırda yetenek ağacının, ana oyuna göre çok değişmediğini de belirtmekte yarar var.
Hugr-Rip ile çoğu düşmanın güçlerini alabiliyorsunuz. Muspel yaratıklarından gelen Power of Muspelheim, Jotun devlerinden gelen Power of Jotunheim ve Power of Winter, kargalardan gelen Power of Raven ve Power of Rebirth kullanabileceğiniz beş ana gücü oluşturuyor ve bunlardan ikisini aynı anda kullanabiliyorsunuz. Muspelheim gücü sayesinde Havi, alev hasarlarına ve lav havuzlarına karşı dayanıklı oluyor. Öte yandan Raven gücü ile kendiniz bir karga olarak yollar kat edebiliyorsunuz. Hugr-Rip’in gereksinim duyduğu Hugr ise canavarlardan veya keşif esnasında bazı bitkilerden alınabiliyor. Bahsi geçen materyaller ile Hugr-Rip’in özellikleri de geliştirilebiliyor. Bu bakımdan özellikle Muspel gücü, oyunda en sık kullandığım güçlerden biri haline geldi. Power of Muspelheim ve Power of Jotunheim ile Havi, düşmanların arasına da sızabiliyor. Böylelikle mekanik, hem kombat hem de gizlilik anlamında ikili iş yapmış oluyor. Karga gücünün gereksizliğini düşünenler ise Svartalfheim’ın yukarısında havada duran alev kayalarını görebilirler.
Dawn of Ragnarok, oyunun temeli üzerine inşa edilen bir oyun sonu içeriği olarak öne çıkıyor. Her ne kadar Svartalfheim, yeni bir dünya ve gizemler getirse de bir türlü oyun severi kendine bağlayamıyor. Özellikle geçtiğimiz birkaç Ubisoft oyununda bu sorun oldukça büyük bir problem olmaya başladı diyebiliriz. Açık dünya aksiyon RPG türünü teorikte destekleyecek her element var olsa da oyuncu bir türlü hikaye içine giremiyor. Ne yazık ki buna ben de dahilim. Her seferinde hikaye dışında toplanabilir eşya peşinde koşturtmayı başaran bir eklenti, hikaye açısından gözüme zayıf görünüyor.
Siege of Paris ya da Wrath of the Druid DLC’leri gibi farklı bir hikaye anlatımı dediğim üzere önemini kaybediyor ve “ana oyunun sonuna geldim, bunu da oynayayım bari.” dedirtiyor. Ortada duran ciddi bir emeğin varlığı bile bir oyunun durağan kalmasına yetiyor. Özellikle Dawn of Ragnarök’ü “monoton” kelimesiyle açıklayabileceğim bir deneyim yaşasam da eğlenmediğim yerler yok değildi. İşin belki de en tuhaf noktası, monotonluğun tek ve belirli bir nedeni de bulunmamakta. Mitolojik hikayenin zaman zaman sıkıcı hale gelmesi ya da Ubisoft’un alışkanlıklarından kopamayıp toplanabilir eşya, yan görev ve raid sistemini maksimuma getirmesi belki en göze batan sebepler olabilir. Mitoloji ilgimi çektiğimden ötürü hikayesinde tutunmuş olmamın yanında kimi zaman cüceler ile Havi arasındaki diyalogları bile dinlemedim.
Dawn of Ragnarök, bünyesine bakıldığında ciddi bir iş ve emek barındırıyor ve bu emeğin oyun severin ilgisine dönüştürecek elementleri sunmaktan çekinmiyor. Dopdolu bir açık dünya kisvesinde İskandinav mitolojisine farklı bir perspektifin olması yanında toplanabilir bir ton eşya, yapılabilecek bir sürü yan görev ve raid sekansları da bulunuyor. Pekala bu içeriklerin fazla olması hikayeyi geri plana atıyor ve zaten anlatımda yer yer zayıflıklar gösteren bu ek paket, oyun severin hevesini düşürüyor. Buna rağmen Ragnarök’ün gelişi yine de kendini oynattırıyor ve ağızda hafif de olsa bir tat bırakıyor.
Assassin’s Creed Valhalla’nın son DLC’si Dawn of Ragnarök; PlayStation 4, Xbox X/S, Xbox One, PlayStation 5, PC ve Stadia için 10 Mart 2022 tarihinde çıkış yaptı.
Dawn of Ragnarök’ten sonra okuyacak başka bir inceleme arıyorsanız oyun dünyasını sallamış iki oyun olan Elden Ring ve Horizon Forbidden West incelemelerine bakabilirsiniz.
Assassin’s Creed Valhalla: Dawn of Ragnarök Çıkış Fragmanı
