36 yıllık dolu dolu bir serüven… Günümüze kadar onlarca Final Fantasy oyunu çıktı ve çıkmaya da devam ediyor. Final Fantasy serisi bana kalırsa oyun tarihinin neredeyse en iyi serilerinden birisi.
Takvimler 2015 yılını gösteriyor, E3 2015 etkinliği hayranlar tarafından heyecanla bekleniyor, sıra PlayStation Experience etkinliğine geliyor. Daha firmalar “Remake” furyasına girişmemişken Square Enix, Sony ile birlikte hayranların favori Final Fantasy oyunu olan Final Fantasy VII’nin yeniden yapılacağını duyuruyor ve duyuru anından itibaren serinin hayranları oyunu deli gibi beklemeye başlıyor.
Hayranların heyecanını bizzat anlıyorum çünkü 1997 yılında çıkan Final Fantasy VII bir oyuncunun o dönemde isteyebileceklerinin çok ama çok daha fazlasını biz oyunculara sunuyordu. 1997 senesinde çıkan Final Fantasy 7’nin bu genişlikte olmasının üzerine 2015 yılında duyurulan Final Fantasy VII: Remake için heyecanlanmamak imkansızdı, biz oyunculara sunacağı deneyim eğer oyun iyi bir şekilde yapılırsa oyun tarihinin en iyi deneyimlerinden birisi olabilirdi ve öyle de oldu.
1997 yılında çıkan OG Final Fantasy VII, ortalama 40-45 saatlik bir oynanış süresine sahipti fakat hikayenin tamamını içermiyordu. Final Fantasy VII’nin tam hikayesi, çoğu Final Fantasy oyununa nazaran birden çok film ve oyunla birlikte anlatılıyor. Tüm hikayeyi düzgün bir şekilde anlamanız için ilk başta 1997 yılında PS1’e çıkan Final Fantasy VII’yi oynayıp bitirmeniz gerekiyor, aslında bu oyunla birlikte hikaye sonlanıyor fakat Final Fantasy VII’nin öncesini anlatan 2007 yılında çıkan ana karakteri Zack Fair olan Crisis Core: Final Fantasy VII’yi oynamanız gerekiyor ki hikayenin temellerinin nasıl atıldığını anlayasınız. Tabii ki bu şekilde bitmiyor, ana Final Fantasy VII oyununun devamında ne olduğunu bilmeniz için Final Fantasy VII: Advent Children filmini izlemeniz lazım.
Daha sonrasında ise filmin devamında ne olduğunu öğrenmek için third-person shooter türünde olan, ana karakteri karizmasıyla Vincent Valentine olan Dirge of Cerberus: Final Fantasy VII’yi PS2’de oynamanız gerekiyor. Evet, şimdi Final Fantasy VII: Remake’i oynamaya başlayabilirsiniz fakat maalesef ki bu oyun ile de hikaye bitmiyor. Tetsuya Nomura, Final Fantasy VII’nin hikayesini çok düzgün ve tarihe geçebilecek kalitede anlatabilmek için bu hikayeyi tek bir oyuna sığdırmak istemediklerini ve bu “yeniden yapım” projesini 3 bölüme bölmek istediklerini açıkladı.
İlk oyun ile birlikte ana hikayenin neredeyse ortalama 5-6 saatini 30 saate yayılmış bir şekilde oynuyorsunuz fakat işler tam anlamıyla ana oyundaki gibi ilerlemiyor. İçerisinde özellikle Sephiroth konusunda ana oyuna sadık kalınmayan bölümler bulunuyor. 2020 yılında ilk bölümün çıkmasından sonra 2024 yılının başında üçlemenin 2. bölümüne sonunda kavuştuk ve evet bu oyun da orijinal Final Fantasy VII’nin ortalama 10-15 saatini içeriyor. Peki üçlemenin ikinci oyunu Final Fantasy VII: Rebirth nasıl olmuş?
Final Fantasy VII: Rebirth, klasik bir devam oyunundan daha fazlası olarak önümüze sunuluyor. Remake cidden çok iyi bir oyundu fakat Rebirth önceki oyunun ciddi anlamda 4-5 katı seviyede genişliğe sahip. Oynanışı daha gelişmiş, hikayesi daha derin, açık dünyası bulunuyor ve dahası… Buyurun hemen detaylara değinmeye başlayalım.
Final Fantasy Temel Hikaye (Spoiler Yok)
Öncelikle şunu belirtmeliyim ki eğer Final Fantasy VII (1997), Final Fantasy VII: Crisis Core, Final Fantasy VII: Remake oyunlarını oynamadıysanız ve 2005 yılında çıkan Final Fantasy VII: Advent Children filmini izlemediyseniz Rebirth’ün hikayesini tam olarak anlamakta büyük bir sıkıntı çekme ihtimaliniz bulunuyor.
Final Fantasy VII: Rebirth, tam olarak Remake’in kaldığı yerden şaşaalı bir şekilde devam ediyor. Oyunlarda, filmlerde, dizilerde ve kitaplarda “cliffhanger” adı verilen yani devamında olacakları oyuncuya merak ettirecek bir şekilde biten Remake, akıllarımızda özellikle son sahnede Cloud ile Zack’i omuz omuza görmemiz ile birlikte biz oyuncuları deli gibi heyecanlandırmıştı ve öyle de bitmişti, acaba ne olacaktı?
Rebirth’ün girişinde aslında normal şartlarda Crisis Core oyununda ölmüş olan Zack’i oynayarak başlıyoruz. Yani bu nasıl olabilirdi? Ölmüş olan bir karakter ile birlikte tam bir alternatif gerçeklikte gözlerimizi açıyorduk. Daha sonrasında ise ilk oyunda olan olaylardan sonra Midgar’dan kaçan ekibimizle birlikte yolculuğa başlıyoruz.
Olaylardan kaçıp Kalm şehrine sığınıyoruz ve her şey Barret’ın Cloud’a Sephiroth ile arasında ne olduğunu anlatmasını istemesi ile başlıyor. Bizim Cloud anlatmaya başlıyor ve oyunun giriş kısmında Cloud’un “Sephiroth” travmasının sebebini ve Sephiroth’un tüm dünyanın idolüyken birden neden tüm dünyaya düşman kesildiğini öğreniyoruz.
Devamında ise Shinra’nın bizi kovalamaya başlaması ve amaçlarını bilmediğimiz siyah kaban giyen, ortalıkta ruh gibi dolaşan adamları takip ederek oyuna devam ediyoruz. Yani bir yandan dünyayı yok etmek isteyen Sephiroth’u durdurmaya çalışırken bir diğer yandan Shinra’dan kaçmaya çalışıyoruz ve devamında ciddi seviyede şaşırtıcı olaylar gelişiyor. Ortalama 65 saat süren maceramızda Cloud Strife, Tifa Lockhart, Barret Wallece, Red XIII, Aerith Gainsborough, Yuffie Kisaragi, Rufus, Sephiroth, Cait Sith dahil olmak üzere birden çok kişinin hikayesini derin bir şekilde öğreniyoruz.
Final Fantasy VII: Rebirth’ün hikayesi Cloud’a tam olarak odaklanmış şekilde anlatılmıyor, daha demin saydığım karakterler ile birlikte çok ama çok detaylı bir şekilde biz oyunculara anlatılıyor. Rebirth, gerçekten onlarca hikaye dikeyine sahip ve bence bana kalırsa bir oyunda bu kadar hikaye dikeyinin olması müthiş ve yapması çok zor bir şey.
Oyunun bir kısmında Shinra tarafında neler olduğuna tanıklık ediyoruz bir diğer taraftan bizim ekibin neler yaptığına tanıklık ediyoruz ve bir diğer taraftan da oyun boyu anlam veremediğimiz ana odağı normalde ölmüş olması gereken Zack Fair’in bulunduğu bir alternatif gerçekliğe tanıklık ediyoruz, Square Enix’i bu noktada tebrik etmek şart. Rebirth, ciddi anlamda uzun yıllardır gördüğüm hikaye açısından en çok uğraşılmış oyunlardan birisi.
Karakterler
Evet, muhtemelen yazıyı okurken bu kısma “ne alaka?” diyebilirsiniz fakat 2 hafta boyunca bu karakterleri anneniz ve babanızdan daha fazla görünce doğal olarak bu karakterlerin hayatınızda oldukça büyük bir yer ettiğini hissediyorsunuz. Oyundaki karakterlerin hepsinin kişiliği birbirinden farklı, eşsiz ve özenle yazılıp tasarlanmış. Bu noktada en başta 1997 yılında çıkan Final Fantasy VII’nin lore’una teşekkür etmek gerekiyor fakat Rebirth, bu lore’u çok çok daha derin hale getirerek biz oyunculara sunmuş. Gelin karakterlerin kim olduğuna ve temel hikayelerine bir göz atalım.
Cloud Strife
Final Fantasy VII’nin ana karakteri olan Cloud Remake’in tamamında ve Rebirth’ün başlarında aslında benim pek fazla ısınamadığım bir karakterdi fakat zamanla onu çok sevmeye başladım. Tifa ile aynı kasabada yetişmiş olan Cloud, 13 yaşındayken hayalini gerçekleştirmek için Shinra adı altındaki askeri birliğe katılıyor. Küçüklüğünden beri idolü Sephiroth olan Cloud, Sephiroth ile birlikte bir göreve çıkıyor ve bu görev tam olarak Cloud’un yuvası olan Nibelheim’da yer alıyor. Bu görev esnasında Sephiroth’un çeşitli sebeplerden dolayı kötü karaktere dönüşüp onun kasabasını yakıp, annesi dahil tüm sevdiklerini öldürmesi idolünden nefret etmesini sağlıyor. Daha sonrasında ise Cloud’ın yakın arkadaşı Zack ile beraber, bir takım Jenova projesi deneylerine tabi tutuluyorlar.
Cloud bu deneylerden kafası allak bullak bir şekilde çıkıyor ve hafızası neredeyse geçmişi hatırlayamaz bir halde çeşitli kesitlerle birlikte siliniyor. Zack ile beraber kaçtıktan sonra, Shinra askerlerinin saldırısına uğrayan Zack ile Cloud, maalesef ki bu çatışmadan kötü bir biçimde ayrılıyor. Cloud sağ çıkıyor fakat Zack o kadar şanslı değildi, maalesef ki Cloud’un en yakın arkadaşı Zack hayatını kaybediyordu.
Bu yaşadıklarından sonra Midgar’a bir trenle dönerken, içlerinde Tifa’nın da bulunduğu, Barett Wallace tarafından yönetilen Avalanche isimli, Shinra karşıtı bir grupla karşılaşan Cloud bu ekibin ilk başta paralı bir askeri olarak yer alıyor. Fakat eski Cloud’dan bir eser tabii ki de kalmıyor. Hayali olan askerlikten ve idolü olan Sephiroth’tan nefret edip onlara karşı gelmek zorunda kalıyor. Oyun boyu da hikayenin ana karakteri olarak tüm olayların ana odağı Cloud oluyor. Oyunculara donuk bir karakter olarak sunulan Cloud’ın temelinde donuk ve soğuk bir karakter olmasının aslında temeli tam olarak bu, “yaşadıkları”…
Sephiroth
Final Fantasy VII’nin ana düşmanı olarak görülen Sephiroth, ciddi anlamda söyleyebilirim ki benim hayatımda gördüğüm en ikonik kötü karakterlerden birisi. Sephiroth, geçmişinde SOLDAT özel biriminin yöneticisiydi. Güçlü, iradeli ve iki metre uzunluğundaki kılıcı “Masamune” ile Wutai ve Shinra arasındaki savaşta kısa bir sürede efsaneye dönüşen Sephiroth, kendisinin ve birkaç paralı askerin aslında “Jenova” ismindeki uzaylı canlının hücreleriyle yapılan genetik deneyler sonunda ortaya çıktıklarını bilmiyordu.
Sephiroth, Nibelheim’da gerçek kökenini öğrenince kısa bir sürede tüm köyü yaktı ve ölü annesi Jenova’nın kapalı bir reaktör içinde tutulan kafasını ele geçirdi ve bu şekilde de oyun tarihinin en ikonik kötülerinden birisi doğdu. Tüm olanlardan sonra direkt olarak tüm dünyanın düşmanı olarak dünyayı ele geçirmeyi istemeye başladı. Sephiroth her sahneye çıktığında saygı duruşuna geçmeniz şart, yoksa iki metrelik kılıcı her an göğsünüzün içinden geçebilir…
Aerith Gainsborough
Güzelliğiyle ve tatlılığıyla bizleri büyüleyen Aerith, Cetra’nın yeryüzünde dolaşan son temsilcisidir. Peki Cetra’lar kim? Cetralar tüm dünyanın bilgeliğine sahip olan, büyü yapabilen üstün bir ırktı. Eski çağlarda gezegenin sahipleri olmalarının yanı sıra diyar diyar gezer, gezegeni dinler, gezegenin yaralarını iyileştirir, gittikleri yere hayat aşılarlardı. Hiçbir yerde uzun süre durmaz, bunun gezegenin dengesini bozacağını bilirlerdi. Bir meteorun dünyaya çarpması sonucunda dünyaya düşen bir yaratık tüm Cetra’lara virüs bulaştırıyor ve bu sebepten tüm Cetra’ların soyu böylelikle sona eriyor.
Aerith Gainsborough ise bu Cetra ırkının son yaşayan üyesi. Shinra yetkilileri neredeyse tüm oyun boyunca bizim Aerith’in peşini bırakmıyor. Bunun sebebi ise “Vaadedilmiş Topraklar Efsanesi”. Bu efsaneye göre bu topraklarda sınırsız bir seviyede Mako enerjisi yer alıyor ve bu toprakların yerinin anahtarı tabii ki de bir Cetra üyesi. Bu sepeten oyun boyu Aerith kovalanıyor. Bu esnada ise Aerith bizim Cloud ile “rastlantısal” bir şekilde karşılaşıyor ve bizim ekibimize katılıyor.
Tifa Lockhart
Tıpkı Aerith gibi güzelliğiyle bizleri büyüleyen bir diğer karakter ise Tifa Lockhart. Cloud’un Nibelheim’dan çocukluk arkadaşı olan Tifa, Cloud’un erken yaşta askerlik için ayrılmasından sonra kendisini bir hayli geliştirip güçlendiriyor ve evet… Tifa, Cloud’a karşı yoğun bir şekilde hisler besliyor fakat Cloud’la olan uzun süreli olan bu ayrılık, Tifa’nın Cloud’a karşı olan hislerini azaltmıyor. Sonuç olarak gerçek olan aşk hiçbir zaman bitmez. Eğer bu aşk gerçek olacaksa iki kişi zamanında ayrılmış olsalar bile hayatlarının belirli bir kısmında elbet bir gün karşılaşacaktır ve öyle de oluyor. Cloud ile bir noktada karşılaşıp aynı ekibin üyesi oluyorlar.
Barret Wallace
Gelelim dıştan güçlü fakat içten pamuk gibi olan karakterimize. Barret’ı özellikle sona sakladım çünkü kendisi cidden bana kalırsa özel bir karakter. Avalanche isimli direniş ekibinin lideri olan Barret Wallace, direkt olarak Shinra düşmanı olarak önümüze sunuluyor. Geçmişinde yaşadığı yerin Shinra tarafından yerlebir edilmesi sonucu ve en yakın arkadaşının gözleri önünde öldürülmeye çalışılmasının sonucunda direkt olarak Shinra düşmanı oluyor.
Daha anlatmadığım birçok karakter olduğunu biliyorum fakat bu kadarı kesinlikle yeterli. Final Fantasy VII’nin temellerini bu karakterler oluşturuyor ve hepsi gerçekten çok eşsiz. Red XIII, Yuffie Kisaragi, Rufus, Cait Sith ve Vincent Valentine’a saygılar…
Oynanış
Bir Final Fantasy oyununun en temel unsuru bana kalırsa hikayesidir. Anlattığı şeyler, karakterler ve o oyunun dünyası bir Final Fantasy oyununun neredeyse her şeyidir fakat özellikle Final Fantasy VII: Remake’in çıkışıyla birlikte oyunun oynanış kalitesi de bir hayli önem kazanıp arttı. Temel olarak içerisinde sıra tabanlı dövüş sistemi barındıran Final Fantasy oyunları şahsi görüşüm oynanış açısından pek fazla keyifli değildi. Yani ben değil direkt olarak siz karşılaştırın, 2001 senesinde çıkmış olan Devil May Cry 1’in mi oynanış yapısı daha keyifli yoksa Final Fantasy X’un mu? Benim cevabım dövüş sistemi yüzünden direkt olarak net şekilde Devil May Cry 1 olurdu…
Final Fantasy VII: Rebirth klasik bir J-RPG oyunu kesinlikle değil, bunun ötesine ciddi bir şekilde gidiyor. Ortalama 60-70 saat civarında biten Rebirth biz oyunculara oynaması oldukça keyifli bir macera sunuyor. Çünkü oynanışı kusursuz seviyede. Çizgisel bir şekilde ilerleyen fakat bu esnada içerisinde dev bir açık dünya barındıran Rebirth, oyun tarihinin en geniş oyunlarından birisi olmayı başarmış.
Dövüş Sistemi
Final Fantasy XV ile birlikte sıra tabanlı oynanış yapısının değişmesiyle birlikte Final Fantasy oyunları daha keyifli bir oynanış yapısına XV. oyun ile birlikte sahip olmuştu. Özellikle Devil May Cry oyunlarının da dövüş sistemini tasarlayan Ryota Suzuki’nin Final Fantasy XVI’nın dövüş sistemini tasarlaması bana kalırsa serinin zirvesi olmuştu. Rebirth’ün çıkışıyla birlikte Final Fantasy XVI’nın tahtını net şekilde Final Fantasy VII: Rebirth aldı çünkü Rebirth’ün dövüş sistemi bir ders olarak okullarda öğretilecek seviyede.
Rebirth, bir nevi sıra tabanlı oynanışla birlikte canlı dövüş sistemini harmanlayan Remake’in dövüş sistemini çok ama çok daha gelişmiş bir hale getirmiş ve bunu 7 ayrı karakterle birlikte yapmış. Günümüzde birçok oyun firması 1 tane karakterin mekaniklerini bile düzgün yapamıyorken Square Enix 7 ayrı karakterin oynanış mekaniklerini kusursuza yakın bir seviyede tasarlamış ve bu karakterlerden seçtiğiniz 3 tanesini savaş esnasında birbiriyle çeşitli şekilde harmanlayıp kombolar yaparak milyon farklı şekilde savaş strateji izleyerek kullanabiliyorsunuz. Bu sayede uzun süren dövüşlerden ve oldukça zorlu olan boss fight’lardan yüksek seviyede zevk alabiliyorsunuz. Bir oyunun dövüş sisteminde yapması gereken tam olarak bu.
Yetenek Ağacı ve Karakter Geliştirme
Oyunda karakterlerinizin gücü ve seviyesi ciddi anlamda büyük önem arz ediyor. Çünkü oyunda bulunan her görevin bir seviyesi bulunuyor. Örneğin oyundaki bir ana hikaye görevini rahat bir şekilde geçebilmeniz için karakterlerinizin 40. seviyede olması gerekiyor fakat sizin karakterleriniz 34. seviyede olunca o bölümü birazcık daha zor geçiyorsunuz. Bu yüzden oyunda “Karakter Geliştirme” ciddi anlamda büyük bir yer ediniyor.
Karakterinizi oyundaki ana görevleri yaptığınızda ya da oyunda bulunan yan etkinlikleri tamamladığınızda edindiğiniz XP’ler ile birlikte otomatik bir şekilde geliştiriyorsunuz. Normalde sırf ana hikayeden ilerleyip karakterinizi güçlendirin yan görevlere gitmeyin derdim ama ana hikaye görevlerini rahat ve keyifli bir şekilde yapmanız için seviyenizin görevin istediği seviyeden daha yüksek olması gerekiyor. Bu yüzden açık dünyada bulunan yan görevleri ve yan etkinlikleri tamamlamanız gerekiyor. Bu şekilde de tüm karakterlerinizi zamanla güçlendirip geliştirebiliyorsunuz.
Bu kadar geliştirmenin yanında karakterlerinizin yetenek ağaçları da bulunuyor. Evet, yanlış duymadınız oyundaki 7 karakterin de kendine has bir yetenek ağacı bulunuyor ve bu yetenek ağaçları ciddi anlamda çok ama çok detaylı. Karakterinizin seviyesi arttıkça bu yetenek ağaçlarında kullanabildiğiniz puanlar kazanıyorsunuz bu puanlar ile birlikte de bir çok dövüş mekaniğini açmanızın yanında karakterinizin canını yükseltebilir ve diğer karakterler ile birlikte kullanabildiğiniz sinerji ataklarını edinebilirsiniz. Bunları yaparak da oyun içerisinde bulunan çeşitlilik bir hayli artıyor.
Açık Dünya
Gelelim benim Final Fantasy VII: Rebirth içerisinde en çok beğendiğim noktaya, tabii ki de “açık dünya”. Remake’in aksine Rebirth, içerisinde birden çok bölge barındıran çok ama çok ciddi büyüklükte bir açık dünya içeriyor. Oyundaki hikayede çizgisel bir şekilde ilerlemekten sıkıldığınız anda bu açık dünyaya kendinizi atıp, içerisinde tonla içerikle karşılaşıp onlarca saat geçirebiliyorsunuz.
Ben oyunu toplamda yan etkinliklerin hepsini bitirmeden ortalama 80 saat içerisinde bitirdim ve oyunun hikaye kısmı muhtemelen sadece 40 saatimi almıştır. Geri kalan yarısı tamamen açık dünyada yaptığım etkinliklerden ve görevlerden oluşuyor. Oyunun açık dünyası bildiğiniz böyle acayip bir canlılıktan oluşmuyor. Bölgelerde çeşitli yerleşkeler var ve bu yerleşkeler içerisinde çeşitli görevler alabiliyorsunuz ya da çeşitli etkinlikler yapabiliyorsunuz. Bunun dışında kalan bölgelerin açık dünyasında ise tıpkı bir canavar avcısı gibi canavar kesip, kule ele geçirme gibi görevlere başvurabiliyorsunuz. Açık dünyada Chocobo’larınızla, bir arazi aracıyla ve tekneyle keyifli bir şekilde yolculuk edebiliyorsunuz fakat bu araçların hepsini çeşitli yerlerde kullanabiliyorsunuz. Mesela teknenizi oyuna ilk başladığınız Grasslands’te kullanamıyorsunuz.
DualSense Nasıl Kullanılmış?
Artık PlayStation 5’e çıkan her oyunun ortak bir değerlendirme noktası şüphesiz bir şekilde DualSense kontrolcüsünün ne kadar iyi kullanıldığı ve özellikle sırf PlayStation 5’e özel olarak çıkan bir oyun ele alınıyorsa beklenti bir hayli yüksek oluyor. Bu noktada Dualsense’in Dokunsal Geri Bildirim ve Uyarlanabilir Tetik özellikleri devreye giriyor.
Dokunsal Geri Bildirim özelliği ve Uyarlanabilir Tetik özellikleri, Final Fantasy VII: Rebirth içerisinde çok abartı iyi bir şekilde kullanılmamış. Çoğu üçüncü parti oyunda olduğu gibi bu oyunda da aynı kalitede kullanılmış. Abartı bir şey beklemenize gerek yok, yoksa benim gibi hayal kırıklığı yaşayabilirsiniz.
Grafikler ve Sanat Tasarımı
Her şeyin bir kusuru vardır… Final Fantasy VII: Rebirth’ün kusuru da maalesef ki grafikleri. Oyun sektöründe oyunların grafikleri özellikle yeni nesil konsollara geçildiğinde iyiye gitmesi gerekirken kötüye gitmeye başladı. Yeni nesilden beklentimiz cidden çok ama çok daha fazlasıydı fakat beklentilerimiz hiçbir şekilde karşılanmadı. Rebirth maalesef ki Remake’ten daha kötü gözüküyor çünkü oyun “bulanık”. Evet yanlış okumadınız tam olarak “bulanık”, hele ki oyunu “performans” modunda 60 FPS olarak oynamak isterseniz oyun deneyiminiz tam anlamıyla bir cehenneme dönüşüyor. Nasıl oluyor anlamıyorum ama oyunu “grafik” modunda oynasanız bile 10 metre ötenizi bulanık görüyorsunuz. 2024 yılında bu şekilde görsellik maalesef ki kabul edilmemeli. Square Enix umarım serinin final oyununda bu noktaya büyük bir önem gösterir çünkü yaptıkları işin üstüne tam anlamıyla çamur atıyorlar.
Final Fantasy oyunlarının sanat tasarımı her zaman çok iyi olmuştur. Özellikle 1997’de çıkan Final Fantasy VII’deki yerleri bu seviyede güzel tasarlanmış bir şekilde görmek benim içimi inanılmaz seviyede kıpır kıpır yaptı. Oyunda bulunan her bölge görsellik açısından ciddi anlamda çok iyi tasarlanmış fakat oyunun grafik kalitesi olayın tüm büyüsünü bozmuş. Oyunu 4K/30 FPS oynadığım halde “keşke” demediğim yer olmadı. Sanat tasarımı her ne kadar kaliteli olursa olsun oyunun görselliği kötüyse bir anlamı kalmıyor.
Nobuo Uematsu’nun Bestelediği Efsane Müzikler
Final Fantasy VII’nin ve diğer Final Fantasy oyunlarının müziklerinin hayatımda dinlediğim en iyi müzikleri içerdiğini söyleyebilirim. One-Winged Angel, JENOVA, Tifa’s Theme, The Prelude, Hollow ve o efsanevi savaş teması tam olarak yukarıdaki fotoğrafta gördüğünüz besteci “Nobuo Uematsu” tarafından besteleniyor.
Bu müziklerin kalitesini kelimelerle anlatmak cidden çok zor, bu yüzden şuan müsaitseniz sizi direkt olarak One-Winged Angel’ı dinlemeye davet ediyorum, ne demeye çalıştığımı ve bu müziklerin kalitesini direkt olarak anlayacaksınızdır
En iyi Final Fantasy Oyunu Bu Mu?
Final Fantasy oyunları genel olarak yaşattıklarıyla birlikte insanın aklında kalan oyunlar oluyorlar. Örneğin her ne kadar serinin köklü hayranları tarafından sevilmese de Final Fantasy XV serinin benim için en anlamlı oyunu olmuştur. Çünkü oyunun ana karakteri Noctis’in arkadaşlarıyla birlikte olan serüveni beni bir hayli etkileyip duygusal anlamda iz bırakmıştı. Final Fantasy VII: Rebirth’te bu hissi kesinlikle ama kesinlikle yaşayamadım fakat bu olay Rebirth’ün serinin en ama en iyi oyunu olduğu anlamını değiştirmez.
Evet arkadaşlar Rebirth şuana kadar çıkmış tüm Final Fantasy oyunları içerisindeki en ama en gelişmiş olan oyun. Açık dünyası, hikayesi, karakterleri ve okullarda bir ders niteliğinde gösterilmesi gereken dövüş sistemiyle Final Fantasy VII: Rebirth, serinin en iyi oyunu olmasının yanında 2024 yılının ve oyun tarihinin en iyi oyunlarından birisi olmayı başarmış.
Square Enix tarafından geliştirilen Final Fantasy VII: Rebirth, 29 Şubat 2024 tarihinde çıktı. Okuyacak başka bir inceleme arıyorsanız Expeditions: A MudRunner Game incelememize bakabilirsiniz.