Mass Effect… Bilimkurgu, macera ve aksiyonun üstünde drama sosu olan bir üçleme. Andromeda hakkında pek bir şey diyemesem de üçleme hakkında oldukça uzun ve dolu konuşabilirim. Birçok kişiye göre iyi bir oyun serisidir. Oynanışı çeşitli, hikayesi ise bir hayli ilgi çekicidir ve sürükleyicidir. Benim için ise bunlardan daha fazlasıdır.
Mass Effect, benim gibi birçok bilimkurgu aşığını sadece mutlu edecek ve galaksinin uçsuz bucak oluşunu veya insanların uzaylı ırklarla bir arada yaşayışını güzelleştiren bir seri değildir. Galaksinin çektiği acıları, birçok ırkın aynı yerde barışçıl şekilde durmakta zorlandığı ve temelinde merhamet, umut, üzüntü ve yas gibi duyguları detaylı olarak yansıtabilen gerçekçi bir yapımdır. Bana sorsanız bir filmdir, anlamlı bir yolculuktur.
Bu anlamlı yolculuğun lore kısmının ve hikayesinin birçok kişi tarafından bilinmesi gerektiği kanısındayım. Herkes her oyunu oynamak zorunda değildir ancak Mass Effect, mutlaka şans verilmesi gerekenlerden biridir. Ufukta Mass Effect 4 yaklaşırken ben de ilk üçlemenin arka planını ve bu seride neler olduğunu ne yazık ki spoilerlar ile birlikte sizlere bölüm bölüm sunmak isterim. Maksadım hatırlatmak, oynamayanlara da Mass Effect 4’ten önce sinyali vermek ve onlara özet geçmektir.
Mass Effect evreninde Reaper’lar galaksideki ilk varlıklar değildi
Üç oyunda da kilit rol oynayan ve galaksideki tüm ırklardan daha antik olan Reaperlar aslında bu uçsuz bucaksız siyah renkli denizdeki ilk ırk değildi. Mass Effect 3: Leviathan DLC’sindeki olaylarla birlikte Reaperlardan önce Leviathan ismindeki bir ırkın galaksinin en gelişmiş varlıkları olduğunu görüyoruz.
Leviathanların ortaya çıkış hikayesi tam bilinmese de ilk ortaya çıktıkları gezegende bulunan organik varlıkları kontrol ettiği biliniyor. Leviathanlar, bu organik varlıkları korumak ve kollamak karşılığında onları kendi esareti altına alıyor ve amaçları uğruna çalıştırıyor.
Milattan önce dönemlerden bahsetsek de zamanla bu organik varlıklar, Leviathan’ın bilgisinden yararlanıyor ve gelişmeye başlıyor. Gelişmişlik seviyeleri bilinmese de kendi işlerini yapacak sentetik varlıkları ürettikleri belirtiliyor.
Ancak insan, bir insanla aynı yerde durduğunda kaos oradan eksik olmaz. Sentetik varlıkların üretimiyle birlikte bu organik varlıklar kendi içlerinde çatışmaya başlıyor ve birbirlerinin kuyusunu kazıyor. Leviathan’lar ise bu noktada bir aksiyon alıyor ve organik yaşamı korumak adına Intelligence’ı üretiyor.
Intelligence’a ayrı bir paragraf açmak istiyorum. Intelligence, bir ırk veya makine olmaktan ziyade bir yapay zeka veya veri tabanı gibidir. Yapay zeka örneğini vermemin sebebi ise bu amacın altında organik varlıklar hakkında kollektif bir düşüncenin oluşturulmaya çalışılmasıdır. Nasıl ChatGPT veya başka yapay zekalar insanların verdiği komutları anlamaya ve onlara cevap oluşturmaya çalışıyorsa (ve böylelikle insanların iletişim becerileri, düşünme tarzları ve başka konular hakkında bilgi ediniyorsa) Intelligence de aynen bunu yapmak üzerine programlanmış.
Bu kollektif düşünce, organik varlıkların uzun yıllar boyunca birbirlerini öldürmelerini engellemek amacıyla birtakım piyonlar üretmeye başlar. Bu piyonların amacı genetik bilgi (ve bu bilgilerden örüntü) toplayarak galaksideki yaşamın korunması ve dengede kalmasını sağlamaktır. Ancak yeri geldiğinde bu düşünce, yaratıcılarına baş kaldırır.
Bir bilimkurgu oyunu da olsa ve hatta geçmiş zamanlardan bahsedilse bile yaratıcısına baş kaldıran köle hikayesi her zaman geçerliliğini koruyacaktır. Organik veya sentetik, bu durum üçlemede birçok kez karşımıza da çıkmaktadır. Intelligence, sentetik piyonlarıyla birlikte Leviathanların çoğunun peşine düşer ve kendi başlarına galaksideki organik yaşamı sürekli hale getirmek için gelişmiş varlıkların “hasadına” başlar.
Bu noktada “hasat etmek” deyimi bana oldukça ilginç gelir zira burada organik yaşamı oluşturan ırkların belli bir gelişmişlik seviyesine erişmesi gerekmektedir. Dolayısıyla insan veya başka bir ırkın diğerleriyle olan kavgalarının geliştikçe başladığı yorumu getirilir. Bir ırk ne kadar gelişirse, başkalarına olan tahammülü de o kadar azalır demek isteniyor. Intelligence ve piyonları “Reaperlar” ise bunu gözlemledikleri için galaksinin belli bir gelişmişlik seviyesine gelmesini bekliyor ve sonrasında zaman geldiğinde hasatlarını yapıp geriye çekiliyor.
Bu merhametsiz döngüsel harekette elbette her organik yaşam silinmiyor. Sadece belli bir seviyeye gelmiş ırklar buna maruz kalıyor. Bu da geride kalan ırkların gelişmek için büyük bir avantajları olduğu anlamına geliyor. Tabii anlarlarsa.
Leviathanların ve elbette onların üretimi oldukları için Reaperların oldukça güçlü özellikleri bulunuyor. Her bir özelliğine detaylı olarak girmeyeceğim ama Leviathan DLC’sinde sıkça gördüğümüz üzere bu yaratıkların organik ırkları doğrudan kontrol etme güçleri bulunuyor. Özgür iradeden uzak, bir kukla misali kontrol! Reaperlarda ise bu durum, ilk oyundan bildiğimiz bir “beyin yıkanma” süreciyle açıklanıyor. Organik varlıklar, kendilerinden güçlü bu varlıkların yanında vakit geçirdikçe onlara karşı savunmasız oluyor. Yaratıcılarının fikirleri ve aksiyonları, onlara entegre ediliyor.
Intelligence; bu baş kaldırıyla birlikte her hasatta kendilerini geliştiriyor, mükemmelleştiriyor. İlk Reaper olan Harbinger (kendisine ikinci oyunda yer vereceğiz) ve ekibi, hem beyin yıkama güçlerini hem yapay zeka özelliklerini güçlendiriyor ve hasadı efektif kılma amacıyla kütle hızlandırma etkisinden yola çıkan geçitleri inşa ediyor. Mass Relay denilen bu geçitler, solucan deliği prensibiyle aynıdır bir bakıma: Giriş ve çıkışı bulunur, başka sistemlere yolculuk sağlar.
Böylelikle galakside kusurlu, lekelenmiş ve merhametsizce bir düzen oluşturulur. Sayısız döngü bu şekilde geçer. Bu döngüden kimsenin haberi olmaması için Reaperlar arkalarında hiç bir iz bırakmaz ve galaksinin en ücra köşelerinde beklemeye koyulurlar…
İkinci bölümde görüşmek üzere…