The Witcher Hangi Yönleri İle Eleştiri Konusu Oldu?
Konu Witcher oyunlarının hangisinin daha iyi olduğunu geldiğinde farklı görüşlerle karşılaşırız. Kimisi “The Witcher en iyi oyundur.” derken kimisi The Witcher 3: Wild Hunt’ın en iyisi olduğunu savunur. Ancak şüphesiz The Witcher, bir devrim niteliğindendir; ne çok güzeldir ne de çok kötüdür.
The Witcher’ın eleştirildiği noktalar nelerdi? Hangi kısımlarda özgünlük aşırıya kaçtı?
The Witcher dendiği anda oyunun kendine has özellikleri gelir akla. Birçok oyunculu rol yapma oyunun gerektirdiği tüm elementler yerli yerindedir ancak CD Projekt Red’in bunu yorumlayış tarzı diğer oyunlarla The Witcher’ın ayrıldığı önemli bir farktır. Diğer tipteki oyunlar gibi yetenek ağacı, envanter sistemi ve bunun yanında oyuna özel canavar, karakter rehberleri, simya (iksir yapma) gibi özellikler mevcut. The Witcher’ı, üçüncü oyunundan ayıran durumlar da burada devreye giriyor. İlk oyunda özellikle gelen yorumlar iksir yapmanın çok karışık olduğunu anlatıyor. İksir yapmak için formulaya, temel malzemelere (Rebis, Vitriol…) ve taban alkollere ihtiyacınız var. Bunları bir araya getirdikten sonra meditasyon ile iksir oluşturabilirsiniz lakin malzeme toplamak kadar iksir oluşturma kısmının arayüzü de oldukça karışık. İksirsiz bir Geralt düşünülemez ama bu kadar zahmete de gerek var mı bilemiyorum.
Envanter de zaten simya ve normal eşyalar olarak ikiye ayrılmış durumda ancak envanter bölümlerinin sayısının azlığı da işleri daha da karıştırıyor. Eğer her gördüğünüz loot’u alan biriyseniz çok geçmeden envanter düzenlemesi konusunda sıkıntı yaşayacaksınız. Bunun yanında yetenek ağacının da çok detaylı olduğunu söylemeden geçmeyelim. Neredeyse Geralt’ın temeli olan gizlilik, çeviklik gibi özelliklere bile yetenek puanı aktarılabiliyor ve işin garibi Aard, Quen gibi diğer büyülere puan aktarmaktan çoğu gruba yetenek puanı aktarılmıyor ve boş kalıyor.
Bağımsız ama sürükleyici bir hikaye…
Hikaye ve kombat sistemine ayrı bir paragraf açılmalı sanırsam. Hikaye bize: Geralt’ın zaten geçirmiş olduğu unutkanlık, bize arka planda birtakım olayların yaşandığını söylüyor. Olaylar ise Kaer Morhen’a yapılan bir saldırı ile başlıyor. Mutajenleri çalan Salamandra ekibi, witcher’ları yenince kayıplara karışıyor ve bize düşen görev de onları bulmak oluyor. Ara sahnelerin varlığı, hikayeyi aktarmakta çok önemli rol oynuyor çünkü ara sahnelerin gerçekçiliği ve kendini güçlü yansıtması, oyuncunun merakını da tetikliyor. Hikayede ilerlendikçe Geralt’ın geçmişiyle alakalı bazı bilgiler de gün yüzüne çıkıyor. Hikayenin bana göre en önemli özelliği seçimlerin bir rol yapma oyununa göre daha önemli bir konumda bulunması. Zaten geliştiriciler de bu oyun hakkında tıpkı Geralt’ın yapmaya çalıştığı gibi oyuncuların daha az kötüyü seçmeleri gerektiğini söylemişlerdi. Hikayede kimin yanında (veya tek başınıza) olmaya karar verirseniz, geleceğiniz de o yönde şekilleniyor.
Ana görev dışında yan görevler ve NPC’ler ile kaynaşma detaylı ama bir o kadar da sinir bozucu çizilmiş. Geralt ekmeğini taştan çıkarmak için kontrat alır ve bildiğiniz üzere kontrat da belirli yaratık tiplemelerinin ölümünü ister. Burada asıl can sıkıcı durum, o yaratıkla ilgili bilgi almadan görevde ilerleyememeniz. Üçüncü oyunda yaşayarak deneyimleme vardı ki karşılaştığınız yaratık otomatikman ansiklopediye ekleniyordu. The Witcher’da ise şehirdeki yaşlı kişilerden kendinize hikaye anlatmasını isteyerek o yaratık hakkında bilgi sahibi olabiliyorsunuz. Bir rol yapma oyununda detay önemlidir ancak detay seven oyunculara fazlaca detay vermek, bir süre sonra oyunda ilerleyememeye dönüşebiliyor. Şahsen oyunun “Prologue” kısmından sonra bir boşluğa düşüyorsunuz zira harita başlangıca göre büyük geliyor ve etkileşime geçecek çok etkinlik veya insan veya durum oluyor.
Kombat sisteminin alışılmışın dışında olması…
Gelelim kombat sisteminin faydalarına… Kombat sistemi diğer rol yapma oyunlarından en farklı olan kısım. The Witcher 3: Wild Hunt’ta birinci oyuna göre daha normal ve türe uygun olan kombat, birinci oyunda farklılaşıyor. Şöyle ki, Geralt’ın kullanabileceği üç farklı kombat modu var: Ağır, hızlı ve grup saldırıları. Geralt’ın savaştığı kişinin tipine göre de saldırı sisteminizi ayarlamanız gerekiyor. Aslında bir nevi taktik ayarlıyorsunuz nitekim eğer size doğru iki yaratık geliyorsa grup saldırısı, tek ama hantal bir düşman geliyorsa ağır saldırıyı kullanmanız gerekiyor. Gerekiyor lafının nedeni ise uyuşmayan saldırı ve düşman tiplerinin hasar götürmemesi ve bu nedenle savaş içinde belki de birden fazla kez saldırı tipi değiştirmek zorunda kalıyorsunuz. Bunun yanında kombo saldırılar ise oyuncunun kontrolüne verilmiş. Bir düşmana saldırdığınızda otomatik işlem başlıyor ve sadece belli bir süre zarfında kombo saldırıyı başlatma şansınız oluyor ki bu durum imgenin değişmesiyle fark edilebiliyor.
Kıssadan hisse The Witcher bu yönleriyle ilk çıktığında çok eleştirilmişti. İronik olan şudur ki; eleştirilen noktalar, bazı kesimlerin de en beğenilen özellikleri arasına giriyordu. The Witcher aslında bir nevi tabuları yıkmaya çalışan bir oyundu. CD Projekt Red ve özgünlük kavramları adeta bir harmoni yaratmış ve bu oyunu yaratmıştı. Aynı zamanda çoğu oyuncunun oyunlardan ne istediğini de ortaya çıkaran bir oyundu The Witcher. “Detay seviyorum” diyen bu oyunda adeta pert oluyor ve oyunu basite indirgenmesi gerektiğini savunuyorken, bazıları ise mükemmel bir rol yapma oyununun yapıldığını destekliyordu. Paragraflarda anlatılan kısımlar belki iyi belki kötü şekilde eleştirildi ama CD Projekt Red de belki kendi çapında haklıydı zira The Witcher, kendi oyun motorlarıyla değil Bioware Engine ile yapılmıştı. Ancak bir gerçek var ki The Witcher, bu şekliyle kendisinden sonraki oyunların da seviyesini belirledi.