
Ubisoft’un geçtiğimiz son birkaç ayda iyi bir performans göstermediğini hepimiz biliyoruz. Çıkan son oyunların düşen kalitesi, yılların eskitemediği stüdyoyu bir anda adeta tehlikeli bir uçurumun kenarına yolladı.
Özellikle stüdyonun reklam kısmında bu kadar kararlı bir politika izlediğini görünce Assassin’s Creed Shadows’a köprüden önceki son çıkış ve bir kurtarıcı gözüyle bakılıyor. Elbette bakmak da zorundalar…
Dolayısıyla bizler de erkenden elimize ulaşan Assassin’s Creed Shadows’u denedik ve bir inceleme olarak sunmak istedik.
Assassin’s Creed Shadows’un hikaye kısmında güçlü başlangıcı
Yapım, ana karakterlerden biri olan genç kadın Naoe ile başlıyor. Iga Bölgesi’nin bir köyünden olan Naoe, ün salmış Fujibayashi ailesinin bir üyesi ve Nagato’nun kızı olarak öne çıkıyor. Annesinin hikaye başlangıcında gölgede bırakılması, Naoe ve Nagato’yu yarım bir aile olarak sunsa da ana karakterimizin oldukça iyi eğitimli olduğunu görüyoruz.
Ancak olaylar birden tersine dönüyor ve Oda Nobunaga önderliğinde askerlerin Iga’ya girdiğini ve Japonya’yı tek bir bayrak altında birleştirme amacıyla kendisine boyun eğmeyenleri katlettiğini görüyoruz. Bütün bu olaylar esnasında babasının korumasını istediği bir kutu da Naoe’nin elinden çalınınca bunu geri almaya çalışıyoruz.
Önceki oyunlardan kıyasla hikayenin başlangıcı uzun soluklu bir ara sahne yerine hem Naoe’yi hem de Yasuke’yi deneyebildiğimiz kısa sekanslardan oluşuyor. Önce Yasuke olarak karşımıza çıkan shinobi’leri alt ediyoruz. Yasuke’nin Nobunaga tarafından nasıl kendi birliğine katıldığını görüyoruz. Ardından Naoe’nin savaş stiline adapte olduğumuz ve samuraylarla savaştığımız bir sekans geliyor. Elbette bu oynanış sekanslarına kısa ara sahneler eşlik ediyor. Elbette bunun yanında olmazsa olmaz bir kaleye sızma görevi de bulunuyor.
Kaleye sızma görevi ile hem gizliliğe hem de Naoe’nin mekaniklerine ısınıp kutuyu geri alıyoruz ancak oyun, Naoe’yi çukurun daha da derinine iterek hem kutunun tekrardan çalınmasını hem de babasının gizli bir maskeli örgüt tarafından öldürülmesini gösteriyor. Naoe ise yaralı bir şekilde babasının cesedi yanında bilincini kaybediyor.
Shadows’un ilk bir saati, sizi duygu dolu bir yolculuğa çıkarıyor. Oyun, Naoe’nin bir anda ters yüz olan dünyasına sizi çok iyi adapte ediyor. Shadows çıkmadan önce sadece Yasuke ile oynayacağımı ama Naoe’ye dokunmayacağımı düşünen ben, ilk saatte ani bir karar değişikliğine gittim. Oyun bunu çok iyi başarıyor. Animasyon kalitesi ve görselliğin yanında Naoe’nin aktrisinin duygu ortaya koyması beni çok etkiledi.
Japon hikayelerinin hep bir dram ve aile yönü bulunur ancak bunun bu kadar duygusal ve etkili yansıtılması benim çok hoşuma gitti. Yağmur altında Naoe’nin gözünde yaşlarla babasının cesedinin dibinde durması ve o an yaşadığı çaresizlik beni neredeyse ağlatacaktı. İlk kez bir Assassin’s Creed oyununda ağlamamak için zor tuttum kendimi.

Bunun sonrasında Naoe’nin Sorin ve evladı gibi baktığı Junjiro ile nasıl sağlığına kavuştuğunu izliyoruz. Bunun sonrasında ise oyun, bizi ilk kez açık dünyaya bırakıyor ve yolculuğumuz başlıyor. Açıkçası Naoe’nin hikayesinin bu denli güçlü başlaması beni oyuna hemen ısındırdı ve hikayeyi devam ettirmek için bende istek uyandırdı. Naoe’nin babasını öldüren o gizli örgütü ve bu kadar bahsi geçen bu kutuda ne olduğunu bulmak apayrı bir gizem unsuru yaratıyor.
Oyun yaklaşık 10 saat boyunca Naoe ile oynamanızı devam ettiriyor ve ardından bir kırılma noktası ile birlikte Yasuke’yi de ekibe dahil ettiriyor. 10-12 saat sonunda Yasuke ile de oynayabilir oluyorsunuz. Spoiler vermek istemiyorum ancak bu kırılma noktası, Yasuke’nin dahil oluşunu biraz baltalarken Junjiro karakterine ise çok derinlikli bir katman oluşturmuş oldu. Özellikle Junjiro’yu yardım sever bir çocuk olarak bilirken Naoe’nin ona istemeden de olsa cehennemi yaşatmış olması ve bunun Naoe’yi etkilemesi yine beni duygulandırdı.
Hikaye ve hikaye sunuluşu bakımından bizi diyaloglu ara sahneler karşılıyor. Naoe, Yasuke ile bir ekip olmasına değin babasını öldüren ve kendisini o gün yaralayan örgüt üyelerini yakalayıp intikam almanın peşinde oluyor. Ara sahneler esnasında bazen diyalog seçimleri de yapabiliyoruz ama bunun hikayeyi çok değiştirdiğini düşünmüyorum. Değiştirdiği kısımları ayrı bir parantezde anlatacağım. Çoğu ara sahne sadece diyaloglardan oluşsa da kırılma noktasına yaklaştığımız vakitlerde sinematografi seviyesi adeta arşa çıkmaya başlıyor.
Sinematografi kısmında Naoe’ye rol veren aktrisin yeteneğine bir kez daha atıfta bulunmak istiyorum. Naoe’nin canlandırılması ve onun yaşadığı sıkıntıların karşıya bu denli etkili verilmesi gerçekten başarılı. Naoe, her ne kadar bir suikastçı ve shinobi olsa da özünde ailesini kaybetmiş genç bir kadın olduğundan onun bile en çaresiz anlarında duygularıyla hareket etme isteğini anlayabiliyorum.
Naoe’ye bu kadar yer verip Yasuke’yi gölgede bıraktığımı düşünenler olabilir. Bunun sebebi Yasuke’nin aslında bu kadar öne çıkan bir yapıda olmaması. Yasuke, siyah tenli olduğundan nice zorluklar çekse de (ki bunlar henüz hikayenin başında belirtilmiyor) esasında bilge bir adam gibi davranıyor. Konuşması oldukça yumuşak ve acımasız bir samuray oluşunun tam tersinde bir profil çiziyor. Yasuke, güçlü bir savaşçının filmlerde ak sakallı dede rolüyle birleşmesi gibi bir yapıda yer alıyor ve bu, ona olan ilgimi bir hayli düşürdü diyebilirim.

Özellikle Yasuke ile oynanabilmesinin ardından kendisi çok yavan geliyor bana. Konuşması ve ses tonu oldukça yumuşak, her şeye pozitif şekilde yaklaşabilen bir karakter olduğundan kendisinden herhangi bir duygu alamadım. Buna örnek vermem için spoiler vermem gerekiyor.
Oyun, Yasuke ve Naoe karakterlerini açmaya yakın olayları Yasuke gözünden izlememize de olanak tanıyor. Bu sahnelerden birisi de Momochi Sandayu ile Yasuke arasındaki düelloydu. Sandayu ile bir boss savaşından sonra Yasuke’nin toy, gözü pek ve biraz burnu havada biri olduğunu az çok anlayabilmiştim ki bu da karakterle bir bağ kurabilmem için önemli bir gelişmeydi. Ancak Yasuke, Sandayu’daki Hidden Blade’i gördüğünde bir köpek yavrusuna dönüştü ve ona bunu nereden aldığını sordu. Sandayu ise bu kılıca sahip olan kızı (Naoe) bulmasını ve ona güvenmesini söyleyerek son nefesini verdi. Yasuke ise bu sekanstan sonra daha önce hiç tanımadığı ve Nobunaga’nın dolaylı olarak imparatorluğunu sonlandıran Naoe’ye bir anda güvenerek ekibe dahil oldu.
Bu sekans böylelikle Yasuke’nin bendeki yerini baltaladı ve tüm ilgimi Naoe’ye çevirmeme sebep oldu. Oyunun Naoe ile başlatmasının sebebinin de bu olduğunu düşünüyorum. Naoe’nin orijin hikayesi duygu dolu, özenli ve dramatik bir başlangıç yaptığından oyuncuyu etkisi altına alıyor ama Yasuke, biraz daha donuk durduğundan oyuncunun bu karakteri hiç önemsememesine sebep oluyor.
Hikaye kısmındaki bir diğer eksi de her şeye sebep olan bu örgüt Onyro veya The Shinbakufu hakkında. Oynanış kısmında bu örgütü daha detaylı anlatacağım ama Yasuke’nin dahil olmasıyla birlikte oyunun hikayesi, kalan örgüt üyelerini öldürmeye dönüyor. Bu hikayeyi biz Odyssey’de zaten yaşamıştık. Bu kadar güzel bir başlangıcın ardından kalan örgüt üyelerini bulmak için bazı karakterlere gitme, onların görevlerini yapma ve o üyeyi suikasta uğratma modası sizce de geçmedi mi? Bu durum hem sizin hikayeden soğumanıza hem de yine aynı şeyleri yapıyor gibi hissetmenize sebep oluyor.
Kısacası neredeyse harika bir başlangıçla bu sefer bir şeylerin farklı olacağını hissettiğim Shadows, ortalara doğru tekrardan alışıldık formüle geri dönüyor.
Oynanış kısmında güzellikler de var kötülükler de
Oyunun başında neredeyse her şey size farklı geldiğinden artık stüdyonun AC oyunlarını iyi yapmaya başladığını düşünüyorsunuz. Atmosfere daha sonrasında değineceğim ama ilk saatlerimde gerçekten takdirimi alan birkaç farklı oynanış mekaniği gördüm. Öncelikle oyunun kombatından başlamam gerek.
Kombat kısmı Naoe ve Yasuke için ciddi farklılıklar taşıyor ki bu gerçekten iyi bir şey. Çeşitlilik sunuyor ve oyuncunun bir nevi kendi tarzını bulmasını sağlıyor. Naoe, özünde bir shinobi ve assassin olduğundan aslında oyuncular olarak en çok onun tarzına yakınız. Naoe, yapı gereği gizli gitmesi gereken bir karakter ve bunun için de düşmanlarını gizlice öldürmeli veya başka yollar tercih ederek hedefine ulaşmalı. Ancak fark edildiği anda biri ana diğeri ise yan olmak üzere iki silah kullanabiliyor ve bu iki silah arasında kolaylıkça geçiş yapılabiliyor.

Katana, Tanto ve Kusarigama üçlüsü içerisinde ben en çok ilk ikisini beğendim. Birini ana diğerini yan silahınız yaparken taktığınız sıra ise hiçbir şey fark ettirmiyor. Dolayısıyla ben en çok katana ile zevk aldığımdan onu ana silahım yaptım. Bu üç silahın saldırı animasyonları birbirinden farklı ve bir uçurum olmasa bile en azından farklı bir silah kullandığınızı hissettiriyor. Bunun dışında her silahın kendisine has animasyonlarıyla hafif ve ağır saldırıları da bulunuyor. Bu saldırıların dışında Japon oyunlarının olmazsa olmaz Posture (postür) saldırıları da var. Postür saldırılarında mouse tuşuna basılı tutuyor ve karakterinizi bir duruş anında bekletiyorsunuz. Tuşu bıraktığınız an yaptığınız saldırı karşınızdaki düşmanın defansını kırabiliyor. Tabii bunu iyi ayarlamanız lazım yoksa o bekleme anında saldırılarla karşı karşıya kalabilirsiniz.
Her silahın bitiriş animasyonları da var ama bunlar iki veya üç taneyle sınırlı olduğundan bir süre sonra her düşman öldürdüğünüzde aynı animasyonlara baktığınızdan sıkılabiliyorsunuz. Naoe’nin katana ile bitiriş animasyonları oldukça havalı, düşmanın arkasına geçip boğazını kestiğini görmek veya katanayı sokup düşmanı yere doğru momentumla itmek ilk birkaç seferde acayip tatminkar hissettiriyor. Aynı şekilde Tanto’nun animasyonları da izlemesi çok keyifli. Katana ile saldırılarınız vurduğunda oturtturan cinsteyken bunu diğer iki silah için diyemeyeceğim.
Tanto, yapısı gereği az ama sık hasar verebileceğiniz bir bıçakken yaptığınız saldırıların reaksiyon anlamında bir geri dönüşünü alamıyorsunuz. Ayrıca Tanto’yu seçmemdeki bir amaç onu taktığınız anda iki düşmanı aynı anda suikaste uğratabiliyorsunuz. Kusarigama ise çok kullanmamakla birlikte üstünde ustalaşması gereken bir silah olduğunu düşünüyorum çünkü normal bir saldırı yaparken bile gürz kısmını sallayıp kancayı fırlatmanız gerekiyor, o yüzden bunu düşmanın saldırı zamanlarıyla iyi ayarlamak gerekiyor.
Yasuke ise tekrardan katana yanında Teppo ve Naginata kullanabiliyorsunuz. Açıkçası katana kullanması hem keyifli hem de hemen alıştıran bir cinste olduğundan tek silah bile bana gayet uygundu ama çeşitlilik olması açısından diğerlerini de az çok kullandım diyebilirim. Teppo, özellikle az canı olan düşmanlarda çok isabetli ama saldırmadan önce nişan alması veya ateşledikten sonra barut doldurması savaşın temposuna zarar verebiliyor. Naginata ise alan saldırıları yapmak konusunda çok etkili. Özellikle düşman yerinde fark edildikten sonra etrafınız çok çabuk sarıldığından bu tarz silahlar da yerinde etkili oluyor.

Bunun dışında dodge, parry gibi mekanikler de var ama bunlara çoğu AC oyuncusunun aşina olduğunu düşünüyorum. Kırmızı parlayan saldırılarda dodge atarken mavi parlayan saldırılarda ard arda doğru zamanda parry yaparak düşmanın açığını yakalayabiliyorsunuz. Bunlar teoride güzel mekanikler olsa da bir süre bunları yapmak çok sıkıyor. Naoe ile oynamak biraz daha keyifli çünkü gizlilik mekaniğine bağlı kalmanız gerekiyor ve eğer fark edilirseniz Naoe cidden savaşlarda sizi zorlayabiliyor.
Kendisi dört dörtlük bir samuray olmadığından özellikle 2-3 düşman etrafına geldiğinde çok kolayca ölebiliyorsunuz. Dolayısıyla savaşlarda ekstra dikkatli olmanız gerek. Elbette zorlasanız Naoe ile de “pata küte” bir kaleye girebilirsiniz ama bu oyun keyfinizi baltalayacaktır. Canı çok çabuk azalıyor, arkasındaki düşmana doğru zamanda tuşa bassa bile parry yapamıyor (ona dönük olması gerek), kendisine kıyasla devasa düşmanlara saldırıları yetersiz kalabiliyor. Ancak bunlar dediğim gibi hem Naoe’ye gerçekçilik katmış hem de savaşları kendi içinde zorlaştırmış.
Okuyucuların gizliden gizliye ırkçılık yaptığımı düşünmelerini istemem ama bunları Yasuke için diyemiyorum. Yasuke, bu sefer dağ ayısı gibi bir samuray olduğundan önündeki düşmanları kısa sürede indirebiliyor. Bitiriş animasyonları elbette çok güzel, hele ki katana ile kafa keserek infaz animasyonu hiç sıkmıyor, ama oyunu çok kolaylaştırıyor. Naoe’den daha fizikli olmasının yanında taşıdığı can yenilemeye yarayan yemeklerin de sayısı fazla olduğundan savaşa duraksamadan devam edebiliyorsunuz. Önünüze ister samuray ister cüsseli düşmanlar çıksın, hepsini silah fark etmeksizin kesebiliyorsunuz ve bunun bir zorluğu olmuyor. Elbette Yasuke, Naoe’den farklı tasarlandığı için oyun da zaten böyle yapmamızı istiyor ama inanın ben birebir dövüşlerden daha çok zevk alacağımı düşünürken tersini yaşadım.
Yasuke, Naoe gibi bir yere kanca atıp oraya tırmanamıyor (tırmanacağı yerler kısıtlı ve animasyonu yavaş) veya birisine gizlice sokulup onu öldüremiyor. Dolayısıyla mutlaka ön kapıdan girip terör estirmeli ancak bu oyunun zorluğunu alıp götürüyor. Tabii ki bazı düşmanlar veya bosslar ter akıtabiliyor ama bunlar Naoe’de hissettiğiniz hayatta kalma tehlikesiyle ölçüşemez bile. Naoe ile oyunun başlarında 35-40 dakika harcadığım Osaka Kalesi, Yasuke ile 15 dakikada temizlenmişti. Evet, oyun sürem kısalmıştı ama Naoe’nin getirdiği tüm taktiksellik, gizlilik ve heyecan da bu süre zarfında kaybolmuştu.
Düşman çeşitliliği de oyunda ilerledikçe hiçbir şekilde artmıyor. Kanun kaçakları (outlaws) en kolay öldürebileceğiniz insanlar. Onun dışında Ashigaru askerleri, samuraylar ve samuray daisholar kalelerde ve düşman yerlerinde bulabileceğiniz zırhlı askerler olarak öne çıkıyor. Onları yenmek için önce zırhlarını parçalamalı ve gardlarını zayıflatmalı, ondan sonra yine aynı şekilde saldırarak öldürmelisiniz. Gardiyanlar, bir yerde yakalanıp alarmı çaldırdığınızda ortaya çıkan ve Sumo güreşçilerine benzeyen kilolu adamlar aslında. Yine çokça saldırmalı ve kaçınmalısınız. Roninler ise açık dünyada görebileceğiniz ve kombat kısmında hafif zorlayabilen insanlardan diyebilirim. Katanayı çok iyi kullanıyorlar ve onlara kafa göz dalmaktansa biraz daha sakin ve stratejik yaklaşmanız gerekiyor.

Bunun dışında Naoe’nin kullandığı Kunai, duman bombası gibi araçlar da bulunuyor. En kullanışlarının bunlar olduğunu düşünüyorum. Mirage’daki gibi Kunai ile düşmanı kafasından vurabiliyorsunuz. Duman bombası ise kalabalık gruplardaki düşmanları assasinate etmenizi sağlıyor.
İki karakterin de kullandığı araçların, kombat özelliklerinin ve silahların yeteneklerini açabiliyorsunuz. Oyunda bir level sistemi var ve tamamladığınız görevlerle level atlayıp Mastery puanı topluyorsunuz. Örneğin Yasuke’nin MP’lerini Katana, Naginata, Samurai gibi alt ağaçlarda kullanabiliyorum. Kimisi o silahla kullanabileceğim aktif bir yetenek açarken kimisi samuray build’inde pasif artışlar sağlıyor. Aynısı Naoe’nin kullandığı araçlar, silahlar ve Shinobi özellikleri için de geçerli. Ancak bu alt ağaçlar, Knowledge puanı topladıkça ilerliyor. Knowledge puanları açık dünya etkinliklerinden çıkıyor ve bunları yaptıkça bu yetenek ağaçlarında kilitli olan yeteneklere puan harcamayı açabiliyorsunuz.
Oyunun ortalarına doğru kombat yine de sıkmaya başlıyor çünkü mekaniklere adapte oluyorsunuz. Diğer tüm silahlar da kırılma noktasından itibaren giyilebilir oluyor ve onlara alışmak da çok uzun sürmüyor. Sonrasında aynı mekanikler üstünde ustalaşarak oyuna devam ediyorsunuz. Eğlenceli ama bir süre sonra bayabiliyorsunuz. Tüm silahları dönüşümlü olarak kullansanız bile çoğu saldırınız birbirinden farksız görünüyor. Düşmanların defansını zayıflattığınızda reaksiyon olarak kopan zırh parçalarını veya düşmanın açığa çıkan suratını görüyorsunuz ve bu sizi mutlu ediyor ama sonrasında öldürmek için indirdiğiniz vuruşlar yine etkili hissettirmiyor.
Ana hikayenin ve tüm oyunun kalbi, fraksiyonlar
Bu noktada Ubisoft’u eleştirmem gerekiyor. Üzgünüm, bu kadar güzel başlayan oyunun değerini benim gözümde düşüren bir element bu. AC Odyssey’i oynayanlar hatırlarlar, ana görevi yaparken aynı anda bir yan görevmiş gibi kültistlerin peşine düşebilir ve bu örgütün liderinin maskesini düşürebilirdiniz. Bunu yaparken oyun sizi zorunlu olarak örgüt liderine doğru götürmezdi. Oyuncu tamamen kendi isteğiyle ve örgütün verdiği gizem duygusuna kapılarak bunun sonucuna giderdi ki bu da gayet eğlenceli bir seçimdi.
Shadows’un en sık yaptığı şey ise bu kült veya fraksiyonları alıp oyunun tamamına zorunlu olarak yaydırması olmuş. Ana hikaye Naoe’nin babasını öldüren ve onun koruduğu bir kutuyu çalan örgüt olan Shinbakufu’nun çökertilmesini konu alıyor. Oyun size spesifik olarak örgüt üyelerini öldürmeniz gerektiğini belirtiyor. Bunun için o üyeyle bağlantılı bir kişiye gidiyor, onun verdiği görevleri yapıyor ve ardından o üyeyi öldürmeye hazırlıklı oluyorsunuz. Örgüt üyesiyle olan karşılaşmanız kimi zaman heyecanlı olsa da buraya kadar yaptığınız görevler ya savaşta yardımcı olacak birini bulmakla ya da bir yere gidip bir eşya almakla alakalı. Bunlar da çok sıkıcı. Ancak oyunun can sıkıcı noktası bu değil.

Oyun, gittiğiniz her şehirde sizi bir örgütle karşı karşıya getiriyor. Önce Shinbakufu ile başlıyorsunuz. Ardından Osaka’da rastgele kelebekler buluyorsunuz ve bunun bir yan görev silsilesine dönüştüğünü görüyorsunuz. Ancak sandığınızın aksine bu lineer bir görevden ziyade yine küçük bir örgütten oluşuyor ve yine bu örgütteki herkesi öldürmeniz gerekiyor. Ardından Yamashiro yakınlarında bir adamın kanunsuz Roninlerden yakındığını duyuyorsunuz. Kanunsuz Roninler ise Kabukimono isimli başka bir örgütü açığa çıkarıyor. Yine Osaka’da bulduğunuz bir mektup, size tüccarlara ve esnaflara demir yumruk vurmaya çalışan Iron Hand örgütünü gösteriyor. Elbette bunlar yan içerikler olarak çıksa da bütün bunların hepsinin bir örgüt olarak çıkması ve her üyenin kısacası öldürülmesi gerekmesi bütün heyecanı kaçırıyor.
Bazılarının arkasında güzel hikayeler olabiliyor ki Butterfly Collector buna bir örnek. Bu örgüt hikayesine bakmanızı öneririm ama bunun dışındakiler rastgele bir yerde bir mektupla etkileşime geçtiğiniz anda öğrendiğiniz topluluklardan ibaret. Özellikle bir ailenin fertlerinin oluşturduğu örgütün üyelerini öldürürken bu örgütle ve arkasındaki hikayeyle alakalı hiçbir şey anlamadım. Üyeleri şehirde karşıma rastgele çıktı, öldürdükten sonra okunabilir mektuplar geldi ama hikayeye veya karakterlere dair hiçbir şey anlatmıyordu. Ardından yine rastgele şekilde örgütün asıl liderini öldürdüm ama lideri hallettikten sonra bile üç tane üye daha beni bekliyordu. İstemeden de olsa çok karmaşık şekilde ilerlediğimden bu örgütle alakalı düzgün hiçbir şey öğrenemedim.
Bir mekanik, tadında ve yerinde güzeldir. Bazı görev serilerine bu örgüt teması çok yakışabilir. En masumane şekilde gözüken origami kelebekler, beklemediğiniz bir amaca hizmet edebilir. Ancak dediğim gibi bunun bir kullanma sıklığı vardır. Art arda öldürülmesi beklenen üyeler geldiğinde insan ister istemez sıkılmaya başlıyor. Dolayısıyla bu tasarımı sıkça görmek hoşuma gitmedi. Sadece yan veya ana görev olarak kalabilirdi ama iki yerde de görmek bir süre sonra beni oyundan soğuttu.
Ana görevlerin tasarımı en azından biraz daha çeşitlilik vaat ediyor. Karşınızdaki düşmanı yenmek için birinden yardım almanız gerekiyor ve onun da size verdiği ek görevler oluyor ki bunlar aslında bakıldığında pek de ağırlığı olmayan kısa süreli maceralardan oluşuyor ama yine de sizi hareket etmeye zorluyor. Yan görevlerin tasarımı ise bir üyeyi öldürdükten sonra diğerinin nerede olduğunu bulmak ve aynı kaderi ona getirmek.
Oyunda gördüğüm saçmalıklardan birisi de Naoe ile başladığım bir companion görevini kırılma noktasından sonra Yasuke ile devam edebilmemdi.
Ana görevden sonra Yaya’yı ekibime katmak için onun bir görevini yapmam gerekiyordu. Ancak bu görevi ben kırılma noktasından sonraya bıraktım. Ardından Yasuke ile bu göreve girsem ne olabileceğini düşündüm. Teknik olarak Yasuke ile ilk kez oynamaya başlamıştım ve bu yüzden Yaya’nın kim olduğunu bile bilmiyordu. Ama hiçbir fark olmadı. Yaya’nın görevini yaptım ve o da sanki daha önceden tanışıyorlarmış gibi onların ekibine katılacağını belirtti. Oldukça saçma ve mantıksız bir sahne ortaya çıkmış oldu. Sonuçta Naoe ve Yasuke bambaşka kişiler ve ne zaman istersem biriyle oynayabiliyor olmam görevlerin bütünlüğüne zarar vermemeli.
Açık dünya, keşif ve loot
Açık dünyanın içerdiği görsel şölenle başlamak istiyorum. Gamescom 2024 fuarında gördüğüm sunum kadar varmış demek istiyorum. Görsellik bakımından Shadows gerçekten inanılmaz bir iş çıkarıyor. Ormanlardan açık arazilere ve yerleşkelere dek 1570’li yılların Japonya’sı kendisini hissettiriyor. Osaka ve Kyoto gibi biraz büyük şehirler dışında Amagasaki gibi küçük yerleşkeler de var ve buralarda insanları görebiliyorsunuz. Kimi yerde eşyalar satın alabileceğiniz tüccarlar da bulunuyor. Evlerin mimarileri ise buram buram bu kültürü yansıtıyor. Sürgülü şekilde bez ve tahtadan oluşan kapılar, yer döşemeleri, fener tasarımları ve özellikle de bina çatıları oyunun dünyasına hemen adapte olmanızı sağlıyor.
Shadows’un içerdiği dünyayı ve verdiği atmosferi çok beğendim. Gerçekten de kendimi o zamanlarda hissettim ve oyunun sunduğu görsel kaliteyle bu memnuniyetim daha da yükseldi. Teknik kısımları kısaca bahsedeceğim ama High kalitede oynasam bile DLSS gibi ek ayarlarla ortaya inanılmaz manzara görüntüleri çıktı ve kimi zaman bir durup ekran görüntüsü almak istedim. Oyunun içerdiği açık dünyası, vejetasyonu ve coğrafi özellikleri beni etkiledi.

Açık dünyanın doluluğu hakkında aynı pozitiflikte konuşamayacağım ama yine bazı aktiviteler bizleri karşılıyor. Yasuke’ye kombatta avantaj sağlayacak eğitim görevleri var, at üstünde okçuluk veya kombo yetenekleri geliştirilebiliyor. Bunun dışında sığınanızı geliştirmeye yarayan kaynak ödüllü klasik kontrat görevleri var. İki karakterin de keşfedebileceği ve güzel loot içeren Kofun (antik mezar) lokasyonları var. Naoe kısmında parkur yeteneklerini sınayan ve yine loot almanızı sağlayan mekanlar bulunuyor. Naoe’ye özgü ve benim favorim olan Kuji-kiriler bulunuyor.
Shadows’da ilk kez bir açık dünya etkinliğini görev olarak sunduklarından ötürü Ubisoft’u tebrik ediyorum. Kuji-kiriler, Naoe’nin meditasyon yapması için bir araç olsa da oyuncu olarak tamamen konsantre olmanız gerekiyor. Ekranda yanıp sönen tuşlara basarak başlıyorsunuz ancak bu tuşlar daha sonradan kayboluyor. Bu da tıpkı Naoe’nin meditasyonu gibi kendinizi buraya adamanız gerektiği anlamına geliyor. Eğer başarılı olursanız Nobunaga ile olan savaşın erken aşamalarını anlatan flashback bir görev başlıyor. Böylesine bir etkinliğin altında kısa ama hikaye bakımından zengin bir görev olması beni mutlu etti açıkçası.
Bunun dışında resim çizme, mabetlerde dua etme veya tapınaklarda kaybolan sayfaları toplama gibi mini etkinlikler de bulunuyor. Çeşitlilik veriyor ama kuji-kiri kadar açık dünyayı detaylandırmıyor. Bu açık dünya etkinlikleri önemsenmeyebilir gibi dursa da yeteneklerinizi artırmanız için elzem. Bu etkinliklerin çoğu Knowledge puanıyla ödüllendiriyor sizi ve Knowledge puanınız arttıkça yetenek ağacında açabileceğiniz yetenekler de fazlalaşıyor.
Bunun dışında her zaman ilk başta heyecanlı gibi gözüken ama zamanla otomatiğe bağladığınız loot edilecek kaleler veya düşman lokasyonları da var. Özellikle kalelerde belirli sayıdaki daimyo samurayları öldürürseniz oradaki ana loot sandığını almaya hak kazanıyorsunuz ve çoğunlukla aldığınız loot, hem özellik hem nadirlik bakımından kullanmaya değiyor. Ama level atladıkça daha güçlü silahlar elde ediyorsunuz ve almaya emek harcadığınız sarı nadirlikteki silahların bir değeri kalmıyor. Kale gibi düşman çeşitliliğinin olduğu yerlerde loot da fazla oluyor.
Benim canımı en çok sıkan durum oyunda ilerledikçe zaten daha güçlü bir ekipmanı elde edeceğinizi bilmeniz. Odyssey ve Valhalla’da da böyle bir durum vardı ama ben Shadows’daki kadar sık ekipman değiştirdiğimi hatırlamıyorum. Her yarım saatte bir zırh, silah ve çeşitli bonus özellikler veren trinket değiştiriyordum. Hele ki o yan görevlerden çıkan ve parlayan nadirlikteki ekipmanların hepsi tozlanmaya yüz tuttular. Eski oyunlardaki gibi ekipmanların görünüşünü değiştirebiliyorsunuz ama yine de emeğinizi boşa harcamış gibi hissetmeden duramıyorsunuz.

Bu konuda ayrı bir parantez açmam lazım. Emek harcayıp kazandığınız bu yüksek nadirlikteki ekipmanlar belirli yeteneklerle birlikte geliyor. Örneğin bir katana, Yasuke’nin kırmızı parlayan saldırıları parry yapmasına yardımcı olurken bir üst zırh parçası Naoe’nin gizlice suikast yaptıktan sonra otomatik bir Kunai fırlatarak başka bir düşmanı öldürmesini sağlıyor. Bu tür özellikler ekipmanları kendi içinde biraz çeşitlendiriyor ama çok aman aman bir değişiklik göremedim.
Bunun dışında açık dünyaya daha çok bir yorum getiremiyorum. Oyunun büyüklüğüne kıyasla önem, dağıtılacak örgütlerde olduğundan rastgele gezinirken herhangi bir örgütün üyesine denk gelebiliyorsunuz. Keşfedilecek Kofunların ve Animus Hub ile bağlantılı görevlerin dışında açık dünya oldukça boş. Özellikle ormanlar beni büyük hayal kırıklığına uğrattı. Hem içine girmesi dert hem de içlerinde hiçbir şey yok. Oyunun en azından açık dünyasının sürprizlerle dolu olmasını isterdim ama ne yazık ki. Açık dünyanın ne içerdiğini ilk birkaç saatte anlıyorsunuz ve oyun bu konuda ters köşe de yapmıyor. O bambu ormanları biraz daha dolu olsa…
Oyunun açık dünyası hakkında en sevmediğim nokta ise at sürüşü oldu. At sürüşü eski yapımlarda zaten hep bir kütük hissettirirdi ama bununla birlikte tam bir rezalet. En ufak bir engele takılıyor, kendi etrafında dönüyor veya hiç hareket etmeden öylece duruyor. Atla bir şehirden bir şehre giderken oyunun yol olarak belirttiği patikalardan gitsem bile ya bir çite ya da bir bambuya takılıyorum ve atım istemsizce yön değiştiriyor, yavaşlıyor ve saçmalıyor. At sürmek hiç eğlenceli değil. Mutlaka geliştirilmesi gerekiyor.
Sığınak ve sığınamamak
İncelemeyi sonlandırmadan önce sığınak kısmına dokunmadan geçmeyelim. Yasuke ve Naoe ile birlikte sığınağımızı geliştirebiliyor ve edindiğimiz arkadaşlarımızın buraya gelmesini sağlayabiliyoruz. Sığınak yapma kısmı tıpkı ufak bir The Sims oyunu gibi. Çeşitli binaların nereye ve nasıl şekilde koyulabileceğini seçebiliyorsunuz. Bu binaları dışarıdan çeşitli odacıklarla birbirine bağlayabiliyorsunuz. Benim en çok sevdiğim ise sığınağın hem iç hem dış dekorasyonuna da siz karar veriyorsunuz. Örneğin ben binaların önüne çeşitli kayalar, ağaçlar ve resim çizme etkinliğinden açtığım hayvanlar koydum.
Aynı şekilde binanın önündeki yolların tipini belirleyebiliyor veya fener, heykel gibi çeşitli dekoratif ürünler de koyabiliyorsunuz. Bunları koymakta bir sınırı yok ki böyle bir sınırlama olmamasını da beğendim. Bu dekoratif eşyaları ister tüccarlardan alabiliyor ister açık dünyada loot yaptıkça kazanabiliyorsunuz.
Sığınağa koyabileceğiniz çeşitli binalar var ve bunların seviyeleri yükseltilebiliyor. Örneğin oyunun başında koyacağınız Forge’da ekipmanlarınızın seviyesini yükseltebiliyorsunuz. Binayı geliştirdikçe buradaki geliştirme seviyesi de artıyor. Bu geliştirmeler için çeşitli kaynaklar gerekiyor ki bunları yine açık dünyadan temin ediyorsunuz.


Oyunun tanıttığı bir Scout sistemi de var. Scouting, bir görevde gidilecek kişinin nerede olduğunu bilmediğinizde ama yerini tahmin ettiğiniz durumlarda yardımcı oluyor. Bunun dışında düşman yerlerinde kaynakları kaçırırken scout müsaitliğinizin olması gerek. Eğer tüm scoutlarınızı harcarsanız düşman lokasyonlarında kaynakları kaçıramazsanız. Bu kaynakları scoutlarla işaretlediğiniz andan itibaren sezon veya mevsim sonunu beklemeniz gerekiyor. Mevsimin bitişiyle bu kaynaklar size geliyor. Mevsim bitişinin bir diğer avantajının da bazı bölgelerde yanlış bir iş yapıp aranmaya başladığınızda bunu sıfırlaması diyebilirim.
Scout bana göre oldukça gereksiz bir sistem. Scoutlarımı bitirdiğimde sezon sonunu beklememek adına açık dünyada yardıma muhtaç insanları kurtarmam ve onları scout olarak görevlendirmem gerekiyor ama bunlar sürekli karşınıza çıkmıyor. Dört scoutum olmasına rağmen bir düşman lokasyonundaki tek bir kaynak bohçası iki scout gerektirdiğinden oradan sadece iki kaynak bohçası alabiliyorum. Eğer başka yerlerden de kaynak çalmak istiyorsam yine scout doldurmam gerekiyor. Gereksiz ve biraz zorla oturtulmuş bir sistem gibi geldi.
Oyunun görsel kısmının çok güçlü olduğunu belirttim. Ryzen 7 7840HS işlemci ve RTX4060 ekran kartıyla High ayarlarda 80-90 seviyelerinde gözle görülür FPS drop olmadan oynayabildim. Anlamadığım bir sebepten ara sahneler 30 FPS’e kitliydi. DLSS özelliğiyle birlikte halen bile dibimin düştüğü manzara görüntüleri karşıma çıkıyor. Atmosfer ve grafik bakımından harika bir iş var. Bazı ara sahnelerde çalan müzikler hoşuma gitti. Hatta birini aramak istedim ama benim oynadığım esnada müzikler halen yayınlanmamıştı. Bir-iki kere oyun, görev esnasında kendi kendine kapandı. Sıkıntılı bir bug ile karşılaşmamış olsam da at sürmek, buna çok yatkın gibi bir izlenim verdi.
Ubisoft tarafından geliştirilip yayınlanan Assassin’s Creed Shadows, 20 Mart 2025 tarihinde çıkış yaptı. Eğer farklı bir inceleme okumak isterseniz Split Fiction incelememize göz atabilirsiniz.
