
İki kişilik oyunlarda devrim yaratmış olan Hazelight Studios, Josef Fares önderliğinde yeni bir oyuna daha imza attı. A Way Out ve It Takes Two ile kendini kanıtlamış olan Hazelight Studios, yine beklentilerin karşılığını vermiş gibi gözüküyor. Oyuncuların; eşiyle, sevgilisiyle, arkadaşıyla veya kuzeniyle oynayabileceği oyun türü sayısı oldukça yetersizken Josef Fares’in bu tarz başarılı işler ortaya koyması beklentiyi de oldukça arttırıyor. Ben de bizzat bu tarz oyunları kuzeni ile oynamaya bayılan birisi olarak, Josef Fares ve Hazelight Studios’a saygı duruşunda bulunuyorum. Kuzenimle de böyle bir sabır testini başarıyla geçtiğimiz için bizi tebrik ediyorum.
Split Fiction’un hikayesi nasıl?
Oyunun hikayesi Rader Publishing isimli bir holdinge girerek başlıyor. Bir sarışın bir de esmer karakterlerimiz ilk olarak asansörde denk geliyorlar. Sarışının ismi Zoe, esmerin ise Mio. Zoe, daha dışa dönük ve tatlı bir yapıya sahipken Mio ise içine kapanık ve çevresine kalkan örmüş bir durumda. Bu denk gelişte Zoe, Mio ile tanışmaya çalışıyor ve sohbet kurmayı deniyor. Mio’dan yanıt alamayınca yüzü asık bir şekilde oradan ayrılıyor ve CEO’nun yanına doğru yürüyorlar. CEO olan Rader, anlaştığı bu yazarlara, yazılarını ve hikayelerini yayınlamadan önce yüksek teknoloji bir alete bağlanmalarını istiyor, bunu şart koşuyor.
Üstün teknoloji kıyafetlerini giyen bu yazar topluluğu, aletin bölmelerinin üstüne geçiyor ve sırayla herkes bir kapsülün içine hapsoluyor. Bir kişi hariç, Mio. Taşkınlık yaparak kendi bölmesinden dışarı çıkan ve “Ben gideceğim! Beni bırakın!” diye bağıran Mio, Rader ile tartışmaya başlıyor ve Rader’ın onu itmesinin üzerine Zoe’nin kapsülünün içine düşüyor.

Burada karakter seçim ekranı ortaya çıkıyor. Kim hangi karakter ile yola devam edecek buna karar vermek gerekiyor. Karakterlerin kendilerine has tanım özellikleri var. Zoe; empatik, tatlı, konuşkan, duygusal bir yapıya sahip ve fantastik diyebileceğimiz doğa olaylarıyla alakalı hikayeler yazıyor. Mio ise içine kapanık, sert, az konuşan ve görev odaklı bir yapıya sahip ve bilim kurgu odaklı hikayeler yazıyor. Burada, oyuncuların kendini sorgulayıp “Hangisi daha çok beni anlatıyor acaba?” diye sorması bence oyunla bağ kurmak için önemli bir yere sahip. Fakat biz bunu başaramadık ve ikimiz de Zoe’yi istediğimiz için taş kağıt makas oyununu oynadık. Kazanan yine değişmedi 🙂
Zoe’nin kapsülünün içine düşen Mio, kendisini bir anda hiç tahmin etmediği fantastik bir dünya içerisinde buluyor. Zoe ile tartışıyorlar ve son olarak bir çıkış yolu bulmaya karar veriyorlar. Havada duran yarığa dokunuyorlar ve asıl hikaye de buradan itibaren başlıyor. İki tarafın da hayatında yaşadıkları zorluklar var. Bu yaşadıklarını kalemlerine dökmüşler ve biz de bu zorlukları aşarak, kendi hikayelerimizin içinde yaşıyor ve buraları atlatmaya çalışıyoruz. Oyun ilerledikçe hem hikayenin hem de karakterlerin derinleşmesi oyuncuya çok güzel işliyor. Karakterlerle olan bağı arttırıyor ve hikayedeki merak etme hissiyatını tavana çıkarıyor.

Karakterlerin bu kadar derin olmasının bir sebebi ise oyunun yapımcısı olan Josef Fares’in, karakterleri kendi kızlarından yola çıkarak tasarlamış olması. Çocuklarına olan sevgisi ve beslediği hislerin yoğunluğu, Zoe ve Mio’nun bu kadar derin tasarlanmış olmasına yardımcı olmuş olabilir.
Zoe
Zoe, fenotipinden bile anaçlık akan birisi. Sürekli olarak sanki tatlı bir anne ile oynuyormuş gibi hissediyorsunuz. Yaşanan tüm olumsuzluklarda dahi bile pozitif bir açı bulabiliyor. Bunun kendisine ya da Mio’ya olması önemli değil. O durumdayken bir şekilde yüzünüze gülümseme, tebessüm koymayı başarabiliyor. Konuşkan yapısı sayesinde, oyun içerisinde sürekli olarak bir diyaloğa sahip. Zoe, sürekli olarak ya o durumla alakalı ya da kendi hikayesiyle alakalı bir şeylerden bahsediyor. Bu sayede Zoe’yi çok daha rahat tanıyabiliyorsunuz ve kanınız ısınabiliyor.

Hikayeleri ise doğa ana ve fantastik bir dünya üstüne kurulmuş. Karakterler, yaşayan dünya tasarımı ve daha fazlası hep geçmişe dönük şeylerden ibaret. Zoe, bunları ikizi olan kız kardeşi ile yaşadıklarını tasvir ederek yazmış ve yaratmış. Sürekli olarak bu durumdan ve kardeşiyle yaşadığı küçüklük anılarından bahsetme gereksinimi de duyuyor. Böylesi mutlu ve pozitif bir karakterin, yaşadıklarını ve iç dünyasını öğrenmeye başladıkça “Kıyamam ya” diyerek, sarılmak isteyebiliyorsunuz.
Mio
Mio, duygularını çok belli etmeyen, mantıklı düşünen birisi. Olaylara çoğu zaman duygusal değil, mantıksal yaklaşır. Ancak nadiren de olsa geçmişine dair ipuçları verir ve bizlerin ona empati duymasını sağlar. Bizim buradaki merak duygumuzu da oldukça tetikler. Acaba ne yaşadı bu kız diye sordurur. Yaşadığı travmatik olaylar onun içine kapanmasına ve çevresine bir ket çekmesine sebep olmuş. Bundan dolayı kimseyi çevresine almıyor ve insanları kendinden oldukça uzakta tutmaya çalışıyor. Duygularını sık sık bastırsa da derinlerde bir yerde karmaşık bir iç dünyası olduğu açıkça hissediliyor. Atak bir karakter olmasından dolayı da oyunda genel olarak saldırıyla alakalı güç gerektiren işleri yapıyor. Zoe ise ona destek rolünde.

Mio’nun hikayeleri bilim kurgu üstüne kurulu. Uçan kaçan robotlar, makinalar, cyborg’lar ve jetpack’ler gibi birçok teknolojik harikayı, Mio’nun hikayesinde deneyimleyebiliyorsunuz.
Rader
Rader, yayınlama için anlaştığımız holdingin CEO’su. Kendisini ve hayatının 20 yılını bu teknolojiye ve insanların beyninin içindeki düşünceleri tamamıyla ortaya çıkarmaya adamış. Farklı yatırımcılardan büyük yatırımlar almış ve bu teknolojiyi bir şekilde hayata geçirmeyi başarmış. Bu prototip, piyasaya sunulmadan önce test gerektirdiği için, en iyi seçenek olan parası olmayan yaratıcı yazarlar üzerinden gitmeye karar vermiş ve onları kandırmayı başarmış. Alet her ne kadar sorunsuz çalışsa da karşı çıkan bir kişi tüm sistemi bozmuş ve Rader için korkulu anlar başlamıştı.

Oyun boyunca kendi egosuyla ve hayatının amacının başarısız olması ihtimaliyle savaşan Rader, sürekli olarak yatırımcılara kendini açıklamaya ve olayı düzelteceğine inandırmaya çalışıyor. Tanrı kompleksine sahip bu baş düşman, kendini her şeyin sahibi ve herkesi yenebilecek bir tanrı olarak tanımlıyor. Teknolojisinin başarılı olması için her şeyi göze alabilen Rader, yeri geldiğinde Zoe ve Mio’nun kapsülüne girmeyi bile deneyebiliyor.
Dünya Tasarımı ve Görev Yapısı
Split Fiction, dünya tasarımı üzerinde gerçekten çok iyi bir oyun. Çok farklı bir tasarıma sahip. Oyunun bölüm yapıları, bir Zoe bir Mio olacak şekilde ilerliyor. Fakat yan görevler koymayı da eksik etmemişler. Kimin dünyasındaysak ve bir portal’a denk geldiysek diğer kişinin dünyasına geçiş yapıyoruz. Bu Portal’lar kimi zaman hikaye ile bilgi verebilecek bir görev olabilirken kimi zaman ise mini game’lerden oluşuyor. Bazen tıpkı Steep oyunundaki gibi kayak yapıyor ve eşimizle yarışıyoruz. Akrobatik hareketlerde en çok puanı toplayan kazanıyor. Kimi zaman ise ejderha yarışına çıkıyoruz ve deliklerden en hızlı şekilde geçip, bitiş çizgisine en hızlı şekilde ulaşan kişi kazanıyor. Bu yan görevleri dünyayı keşfederek bulabiliyoruz.

Ana görevlerin dünya tasarımları da oldukça ilginç. Hepsi birbirinden çok farklı. Hiçbirisi diğerine benzemiyor. Her zaman farklı bir dünya ve farklı bir hikaye içerisinde olduğunuzu hissedebiliyorsunuz. Oyuncuya sürekli olarak yeni bir yerde olduğu hissiyatı başarıyla veriliyor. İnsan, görev içerisinde koştururken bile “Aa, şurada ne var acaba?” gibi sorular sorup sürekli bir yerleri araştırmaya başlıyor. Bu merak duygusu da gerçekten ne kadar iyi bir iş ortaya koyduklarının kanıtı oluyor. Oyuncuya, hikayenin dışında dünya tasarımlarıyla bile birçok şey anlatan bu yapı, oyuncunun duygusunu ve hissiyatını oldukça yükseltiyor.

Oyunda minik minik Easter Egg’ler de mevcut. Josef Fares, Split Fiction’da önceki oyunlarına göndermeler yapmayı unutmamış. Mesela bir yerde It Takes Two’da gördüğümüz peluş ayı ile karşılaşıyoruz. Bir oyuncak dükkanının maskotu olmuş ve tepede kocaman duruyor. Elimizdeki manyetik silah ile onun kolunu vs. koparıp sağa sola fırlatabiliyoruz. Ya da oyunda bir hapishane bölümü mevcut. Burada gizli bir bölme var ve oraya gidip eşinizle beraber aynı anda tuşlara basarsanız, iki tane kafes aşağıya doğru hızla düşüyor. Bu kafeslerden çok yüksek bir sesle tanıdığımız kişilerden, tanıdığımız sesler geliyor. “SENDEN NEFRET EDİYORUM VINCENT!” “UMARIM ÖLÜRSÜN LEOOO!” diye bir ses yankılanıyor. Bunu fark ettiğim an kahkaha atmaya başladım. A Way Out oyunundaki, hapishanede başlayan ana karakterlerimiz Vincent ve Leo’ydu çünkü onlar.
Oynanış
Oynanış kısmı, Split Fiction’da gerçekten çok ilginç. Her bir detayı anlatmak istesem anlatamam çünkü yazı kitap uzunluğunda olur. O yüzden hem mekaniklerden bahsederken hem de oynanışın bize hissettirdiği şeylerden bahsedeceğim. Split Fiction, öncelikle oynanış kısmında çok geniş bir yelpazeye sahip. Doğrusal olarak artan tempo ve çeşitlilik, insanın içerisindeki merak duygusunu uyandırmayı başarıyor. Bu merak duygusu da saatlerce oyunun başından kalkamamaya yol açıyor. Diyelim ki kalktınız, o zaman da bir sonraki oturum için dakika saymaya başlıyorsunuz. Oyunun ortalama uzunluğu 12 saat diyebiliriz. Bu 12 saatte de oynanan her bölüm, kendine has bir tasarıma sahip. Yan görevler ve mini oyunlar da aynı şekilde özgün tarzda tasarlanmışlar.

Mekanikler kısmında çift kişilik oynanışı desteklemek çok önemli. Josef Fares, bu mekaniklerle It Takes Two’da çok iyi bir iş ortaya koymuştu. Split Fiction’da onun da üstüne çıkarak bambaşka bir iş ortaya koymuş. Tamamlayıcı mekaniklere çalışırken gerçekten çok kafa yorduğunu anlayabiliyoruz. Bölüm tasarımları ve mekanikler, oyuncuların uyumlu hareketleriyle sorunsuz çalışacak şekilde tasarlanmış. Mesela; aşağıya doğru çok hızlı bir şekilde kayarken portal kapılar karşınıza çıkıyor. Oradaki renge göre hangi oyuncunun portal delici atıp, patlatması gerektiğine karar vermeniz gerekiyor. O portal delindikten sonra kapının yana doğru açılması için de yine hangi renk varsa, oradaki noktaya ateş etmesi ve barı doldurması gerekiyor.
Bu sadece beş dakikalık bir kısmın mekaniği diyebilirim. Oyun içerisinde, bir taraf pinball yöneticisi olurken diğer taraf ise pinball topu görevi görüyor ve bölümü, bildiğiniz pinball oynayarak geçmeniz gerekiyor. Farklı bir kısımdan örnek vermem gerekirse, Zoe ile doğa ana gibi davranıyor ve doğayla birleşiyoruz. Bu birleşmenin sonucunda belirli parkurları hareket ettiriyor, açıp kapatıyor ve Mio için zamanlamaları ayarlıyoruz.
Tabii Mio da burada dümdüz yürümüyor. Üç farklı karakterin arasından o duruma hangisi en uyumluysa onu seçmesi gerekiyor. Mesela yüzecekse, balığa dönüşüyor. Ya da tırmanması gerekiyorsa goril oluyor gibi. Bunun tam tersi Zoe için de mevcut. Büyüyüp, Groot benzeri bir forma geçiyor ve doğayla birleşebiliyor. Ya da küçülerek bir peri oluyor ve uzun mesafeler boyunca uçabiliyor.
Jet ski sürmek, jetpack kullanmak, robot ve ejderha kullanmak gibi şeyler de Split Fiction içerisinde yer alan durumlardan sadece birkaçına tekabül ediyor. Farklı oyunlardan ve filmlerden alıntılar ve göndermeler de mevcut. Biz, oyunu oynarken sürekli “Aa bu oyuna gönderme, aa şu oyuna gönderme” gibi sözler söyledik. Kimi zaman Tron’a bir gönderme varken kimi zaman ise Spider-Man’e bir gönderme yapılıyor ve bunlar oldukça fazla. Fakat bu durum, asla rahatsız edici değil ve göze batmıyor. Aksine keyif veriyor.

Oyundaki boss savaşları da oldukça büyük bir yere sahip. Sıkça boss’la karşılaşıyorsunuz. Boss’lar ve oynanış şekilleri değişse de değişmeyen tek bir şey mevcut, eşinizle ortak hareket etmek. Ortak hareket etmediğiniz sürece asla yenemezsiniz. Tamamlayıcı ikili olmalı ve anca beraber kanca beraber sözünü aklınıza kazımalısınız. Kimi zaman Zoe’nin düşürdüğü boss, motosiklet ile akrobatik hareketler yaparak bomba fırlatırken, kimi zaman ise maymun kralla bir dans yarışmasına çıkıyorsunuz. Hepsinin kendine has ve keyif verici olduklarını söylemeden geçemeyeceğim.
Oyunun son kısmı için ise hiçbir spoiler vermeyeceğim fakat şunu söylemeyi de es geçemeyeceğim. O tecrübe, kesinlikle oyun oynayan herkesin yaşaması gereken bir tecrübe. Ben bunun sağlıklı bir kafayla yapıldığını düşünemiyorum şahsen. Oynadığım ve tattığım en farklı deneyimlerden birisiydi. Hem bunu nasıl tasarladıkları hem de nasıl optimize edip oyunun içine yedirdiklerini asla anlayamadım. Fakat cidden, çok büyük bir saygıyı hak ediyor.

Optimizasyon ve Grafikler
Optimizasyon tarafı için ben oyunu PlayStation 5’te deneyimledim. Stilize grafikleriyle gerçekten başarılı ve dikkat çekici bir yapıya sahipti. Gittiğimiz ve gördüğümüz her mekanı detaylıca incelemek istedik ve inceledik. Gözümüze batan, çirkin gözüken hiçbir yer yoktu. Aksine, sürekli olarak ilgimizi çeken tasarımlar mevcuttu. Optimizasyon tarafında ise 60 FPS sabit olarak oynadık. Hiçbir yerde drop ve kasma gibi durumlar yaşanmadı. Gayet akıcı ve tatmin edici bir deneyim yaşadığımızı söyleyebilirim.
Yönetmen koltuğunda Josef Fares’in oturduğu ve Hazelight Studios tarafından geliştirilen Split Fiction, 6 Mart 2025 tarihinde çıkış yaptı. Eğer farklı bir inceleme okumak isterseniz Tails of Iron 2: Whiskers of Winter İncelememize göz atabilirsiniz.
