Zaman, nesiller boyu süregelen bir savaşın maddeler üzerindeki ters tesiri şeklinde oluşsa ne olurdu? Christopher Nolan’ın belki de favori konusu olan zaman kavramı, Tenet filmi ile oldukça farklı ve özgün bir şekilde ele alınmış.
Yakın zamanda Interstellar ve Inception ile birlikte tekrardan vizyona giren üç filmden biri olan Tenet’i, uzun bir sürenin ardından ilk kez sinemada deneyim ettim. İşlediği konu sebebiyle de üzerine bir iki kelime bir şey de olsa karalayıp yayınlayayım dedim. Dilerseniz yavaştan spoiler uyarımızı da vererek yazımızın özüne doğru inelim.
Tenet ve Zaman
Zaman nedir? İleriye düz bir şekilde akan bir çizgidir belki, belki de öznelerinin ve nesnelerinin değiştiği bir tekerrürler bütünüdür. Ya da anılarımızın toplamının bir geri dönütüdür fiziksel bir şeyden öte kim bilir. Şu an için bilimsel olarak en çok kabul gören Einstein’in teoremi bize, özneden özneye ve bakış açısına göre değişen göreceli bir birim olduğunu söyler zamanın. Işık hızında hareket eden bir adamınkiyle, evinde oturan bir adamın zaman algısının farklı olması teorik olarak bu açıklamaya dayanır.
Gerçek dünyada olduğu kadar kurgusal işlerde de oldukça tartışma konusu olan zaman, birçok şekilde tasvir edildi. Nic Pizzolatto’nun True Detective’inde düz bir çember şeklinde; Dennis Villenue’nun Arrival’ında hâli hazırda her şeyin yaşandığı ve herhangi bir çizgiselliğinin olmadığı bir nokta. Villenue’nun bu konudaki tutumu, semavi dinlerdeki tanrısal bakış açısını da bize açıklar nitelikte. Kader kavramının sorgulanmasına karşılık üretilen argümanlarda, Tanrı için zaman diye bir şeyin olmadığı ve hâlihazırda her şeyin yaşanıp bittiği bir konumda bulunmasından ötürü bizim gibi insani sıfatlardan uzak, gelecek ve geçmiş diye bir tanımlamadan hariç olduğu aktarılır(tıpkı bir nokta gibi).
Tenet’te ise Nolan, zamanı ortadan ikiye kırılmış bir çubuk gibi tasvir etmiş. Klasik Nolan filmi tekniği olan, filmin en geç orta kısımlarında sonunu ya da sonuna yakın yerlerini izleyiciye fark ettirmeden gösterme yoluyla zaman döngüsü güzel işlenmiş. Yapım, gelecekteki birçok şeyin “evriltilerek” bildiğimiz zaman akışının tersine akmasını anlatıyor. Filmin kronolojik olarak en başında yaşanan olay meydana gelirken, aynı anda da gelecekteki olay geriye doğru sarıyor ve bunlar orta yerde buluşup cliffhanger noktasını oluşturuyorlar.

Film Genel Olarak Nasıl?
Tenet, Nolan yapımları arasında en komplike bulduğum kurguya sahip olanı olabilir. Kendini açıklama kaygısı gütmeden bitmeyen tempoyla tüm her şey üstünüze kusarcasına atılıyormuş gibi hissettiriyor yer yer. Hikâyeye dahil olan bir sürü karakter, taraf derken kafalar biraz çorba oluyor izlerken. Yakın zamanda okuduğum Jason Bourne kitaplarından bu yana bu denli çok karakter ve olaydan ötürü yoran bir hikayeye tanık olmadım.
2,5 saatlik hiç de kısa olmayan süresinin tamamında film, gizem unsurunu koruyarak ilerliyor. Tenet nedir, algoritma denen cihazlar nasıl gelecekten geldi, gelecektekiler neden bunları yaptı, neden bunların hepsi bizim karakterleri buldu gibi sorular film boyunca kafalarda kalıyor. Ana karakterin aslında tüm organizasyonu kuran adam olması, opera binasındaki operasyonda mermiyi evirterek kendini kurtarması, Neil ve CIA şefini işe alarak kendini bu olayların başlangıcına koyması gibi detaylarla film son kısımlarda biraz da olsa anlam kazanıyor. Ana karakterimizin, biz yaşıyorsak o zaman başarılı olmuşuzdur lafına karşılık Neil ise “Evet ama yine de yapmak zorundayız.” demesiyle, filmdeki zaman döngüselliğinin biraz Arrival filmine de yakın tarzda ele alındığını görüyoruz.
Fakat filmdeki bu kaos bazen kaliteyi de tempoyu da yer yer çokça düşürmüş. Son sahnedeki aksiyon sekansında takımlar arasındaki kamera geçişinin rastgeleliği, Niel’in zamanda geriye giderken bir anda ileriye gitmesi, bazı mantık hataları gibi bir çok durum yerinde olmayan kafa karışıklıklarına yol açmış.

Sonuç
Nolan’ın belki de insanları en çok arada bırakan tartışmalı filmi olan Tenet, yönetmenin en düşük IMDb puanına sahip projesi konumunda. Tek seferde anlaşılmasının zorluğu ve kafa karıştırıcı olay örgüsü sebebiyle bir çok basın kuruluşu ve seyirci tarafından eleştirildi. Fakat yine de detaylar anlamında üstüne harcanan çabanın yoğunluğu da göz ardı edilemez derecede fazla. VFX kullanmak yerine gerçek Boeing 747-200 model bir uçağın binaya çarptırılması, zamanda geri giderken yapılan dövüşlerin hiçbirinin ters görüntü olmayıp aktörler tarafından gerçek zamanlı canlandırılması gibi detaylar filmi yine ortalamanın üstü bir kategoriye koyabilmemizi sağlayan artılardan sadece birkaçı.
Pandemi döneminde çıkması sebebiyle çoğu yapımın dijital platformlara geldiği o dönemde Warner Bros. ile Nolan’ın arasını bu sebepten bozan film olan Tenet, çokça deneysel ama aynı zamanda akıcı havasıyla yine de izlenmesi gereken bir iş bence. Çok daha iyi muadilleri bulunan Dunkirk’den altta kalır bir yanı olmadığını hatta daha iyi bir yapım olduğunu düşündüğüm Tenet için Nolan’ın en zayıf işi demek bence filme biraz haksızlık etmek olur.
Bu ve bunun gibi film içeriklerine bakmak isterseniz eğer yakın zamanda yazdığım Mickey 17 yazıma da bakabilirsiniz.
Elin sağlık kardeşim